Feeds:
Posts
Comments

Posts Tagged ‘Bastoncular Çarşısı’

105

2013 yılına giriyoruz diye yazdığım yazıyı hatırlamaktayım. Tam 202 gün geçmiş yeni yılda! Sadece 163 gün kalmış geriye. Yıl diye bir şey yok aslında; zaman diye bir şey de yok. Hızlı! Her şey çok hızlı; var ve yok, öylesine hızlı; burada ve şurada, öylesine hızlı! Dün, bugün ve yarın hepsi bir arada, hepsi burada! Kısacık zamana daha çok şey sığdırmanın yolu hızlı olmaktır! Yemeğini çabuk yiyecek, ayakkabını çabuk bağlayacak, alışverişini çabuk yapacaksın, çamaşırını bile çabuk yıkayacaksın! Böylece başka şeyler yapmaya biraz daha fazla zaman kazanacaksın! 21 Temmuz’un künyesine baktıktan sonra bugünkü Bartın İnkumu plajı gezimizle ilgili ayrıntılara geçeceğim.

Milattan önce 356 yılına gidiyoruz şimdi. Efes antik kentinde Herostratus isimli genç bir adam vardır; tarihe geçmeyi, ismini tarihe kazımayı isteyen genç bir adam! Herostratus bu dileğine Selçuk’ta Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri olan Artemis Tapınağı’nı yakarak kavuşmuştur. Tanrıça Artemis adına yapılmış bu tapınağı yakmış ve tarihe geçmiştir! Tarih boyunca tarihe geçmek pek çok aptal insanın birinci amacı olmuştur, hâlbuki uzak gelecekte tarih diye bir şey de kalmayacaktır ve uzak gelecek aslında yakın gelecektir!

21 Temmuz aynı zamanda Ernest Miller Hemingway’in doğum günüdür. Şimdi ondan birkaç özlü sözle yazıma resmi olarak başlayacağım. Benim amacım der, üstat, ne gördüğümü ve ne hissetliğimi kâğıda en iyi ve en basit şekliyle yazmaktır. Ve bir de şöyle der: “Düşünen her insan ateisttir.” Bu konularda hep genel bir yanlışa düşülür. Din ve Tanrı ikilisi vardır; burada göz ardı edilmesi, ciddiye alınmaması gereken dindir, o çocuksu, o efsanevi masallardır, öteki kavrama dokunmaya gerek yok. Bırak Tanrı dursun hayatında! Zaten dini yaşamından çekip çıkarınca ortada bilinmeyen bir Tanrı kalır. Var mıdır yok mudur bilinmez. Ne düşünür ne yapar bilinmez; ortada kutsal kitaplar da kalmayınca Tanrı bilgimiz sıfırlanır; kendi hayalimizle şekillendirdiğimiz bir mistik güç, bir mistik dost kalır. Kalsın orada, hiçbir zararı yok ve dahi mistik bir güce ihtiyaç duyduğunda o zihninde olmalıdır. Tanrı’yı hayatında tut!

Şimdi gezimize geri dönelim.

Etkinliğin fotoğrafları aşağıdaki linkte yer almaktadır:

https://picasaweb.google.com/103700556243469155685?noredirect=1

Bartın’ın bir beldesi olan İnkumu plajı öteden beri gitmeyi düşündüğüm bir yerdi. İnsan yaşamı boyunca planlar yapar, yapmalıdır. Bunları sıraya sokması da gerekmez. Aklının bir yerlerinde o planlar, o heyecanlı düşünceler durur ve fırsat doğdu mu büyük bir şevkle onları gerçekleştirir insan.

Ankara’dan günübirlik İnkumu plajına gitmek için yola biraz erken çıkmak yararlı olur. Yaklaşık 290-300 km civarındadır yolun uzunluğu. Biz 6.20’de Ankara’dan yola çıktık. HGS kartı olmadığından Kızılcahamam üzerinden gittik ki bu yol daha kısa sürdü. Çabucak Gerede’ye vardık; uzaklardan Gerede ormanlarındaki Kütüklü Yol’a selam yolladık. Gerede’nin içine girmeden sola doğru kıvrılan yol sizi Mengen’e götürür. Yer yer yol çalışmaları olsa da genel olarak yolun durumu kabul edilebilir ölçüdedir.

Yol kıvrımlı ve keyifli bir hale gelmiştir artık çünkü Karadeniz bölgesinde ilerlenmektedir. Yeşil işte böyle olmalıdır; bir dağın tamamını kaplamalı, sıklığından dolayı içinde dolaşılamamalıdır! İç Anadolu çölünden böyle yeşil bölgelere gitmek insana hüzün verir; memleketin tamamı neden böyle değildir? Ormana fırsat verirsen orman ülkenin her yerini işgale hazırdır. Eğer ülkende ormansız yerler varsa bil ki onlar senin ahmaklığının, cahilliğinin, yeşil düşmanı oluşunun, çirkin hırslarının, mide bulandırıcı bir sömürü karakterine sahip oluşunun eseridirler!

ODTÜ ormanına 1 yıl önce 15 tane kayısı çekirdeği dikmiştik ve şimdi 15 tane kayısı ağacı toprağın üzerinde göklere doğru yol almaktadır! Bu kadar basittir yani. Yarın 70 milyon insan 1 tane kayısı çekirdeği dikse ve yarı yarıya fire verse bunlar, 1-2 yıl sonra 35 milyon kayısı ağacın var demektir! Bu kadar basittir! Ülkende zekâ egemense her şey basitleşir; akıl egemense bir ülkeye, orada her şey basitleşir, orada sorunlar tıkır tıkır, takır takır çözülürler.

Mengen’i geçince sırada Batı Karadeniz’e geçiş yeri olan Dorukhan Tüneli ve hemen bitişiğindeki köy kahvaltılı tesis vardır. Yeni tünel nihayet bitmiştir. Eskisi tek yönlü olmuştur; oldukça dardır ve insan yine de sanki karşıdan bir araç gelecekmiş gibi hisseder. Yaklaşık 1 kilometrelik tünel bitince kahvaltı mekânına ulaşılır. Yol boyunca pek radar kontrolü yoktur; İzmir’e giderken geçen hafta 20 kadar radar saymıştık, bu yolda ise 1 tane vardı ve o da rutin kontrol ekibiydi.

Kahvaltı mekânı sevimli bir yerdir. Çalışanlar henüz uyanmış gibi uykuluydular; müşteriler gelmeye başladıkları için tatlı bir telaş başlamıştı. Yola yakın masalara oturmamız istenmeyince Ramazan ayına bağlamıştık bu durumu ancak gerçek sebep mekânın aşağı kısımlarındaki arılarmış. Nitekim bizim oturduğumuz iç bölgelere de kısa sürede arılar geldiler. Çözüm olarak Hacı Halis Efendi Türk kahvesi bir kaba konulup tutuşturuldu! Bu yöntem etkili olur mu derken büyük bir başarıyla arılar piyasadan yok oldular! Sağda solda tavuklar, civcivler dolaşıyor ve ne bulurlarsa yiyorlardı.

Devrek’li garson Akif Bey bize İnkumu plajındaki bir tehlikeden bahsetti ve dalgalı zamanlarda yüzülmemesi gerektiğini anlattı. Küçüklük arkadaşı orada boğulmuş. Biz plaja gittiğimizde oldukça kalabalıktı ama denizde fazla açılan hiç yoktu. Burada deniz kumundaki kaymalara, kum çekmelerine dair uyarılar da vardı. Dalgalı ve rüzgârlı zamanlarda denize girilmemesi isteniyordu. Anladığım kadarıyla deniz sakinken burada yüzmek güvenlidir.

Kahvaltı yerinde çok sayıda hayvan da mevcuttu. Kazlar, ördekler, çoban köpekleri, hindiler ve dahi sülünler! Kafeslerin içinde nadir bir tür sülün de gösterdi bize Akif Bey. O sülünün orada olmaması gerekiyor elbette! Hayvanları kafese kapatmak yanlış! Doğru ve ahlaki olan onları ormana, kendi hakiki evlerine bırakmaktır. Köy yumurtalı sağlam bir kahvaltıdan sonra bu huzurlu mekânı, acıktığı için sürekli zincirini zorlayan 1.5 yaşındaki dev çoban köpeğini geride bırakıp başka bir huzurlu mekâna doğru yola çıktık. Devrek’teki Bastoncular çarşısını gezmek yine mümkün olmadı ama akıl defterimizde kayıtlı olarak duruyor o çarşı!

Devrek’ten sonra Çaydeğirmeni, Bakacakkadı, Çaycuma geçilir. Bartın yol ayrımına gelinir. Saltukova’ya saparak Filyos’a gidilir. Biz Bartın yönüne saptık.

Yol boyunca insan bazen turistik yer levhaları görür ve hemen oraya da gitme arzusu duyar. Bu levhalardan biri de Bartın Gökgöl Mağarası levhasıdır; levhada 29 km yazmaktadır, ancak hızlı giderken bu levha geçilir ve bir sonraki sefere gitmek üzere hafızaya alınır. Yazın sıcağında serince mağaraları görmek ve gezmek pek güzeldir. 800 metrenin üzerinde bir gezi alanı mevcuttur Gökgöl mağarasının. Mağaranın içinde göller vardır ve yaz aylarında bunlar yürünerek geçilebilirler. 3200 metre uzunluğundaki bu mağaraya gitmek gerek. Merak ve keşif bizi bu evrende canlı tutan en önemli unsurlardır. Böyle bir levha gördü mü insan hemen peşine düşmeli, oraya gitmeli, orayı keşfetmeli! Yaşam budur! Bilinmeyeni keşfetmek üzere hareket
halinde olmaktır yaşam!

Bartın’a gelince Bartın Limanı levhası vardır; o levhaya İnkumu Plajı yazısı eklemek büyük bir zekâ gerektiğinden düşünülememiştir! Onun yerine göbekte minnacık bir İnkumu yazılı levha vardır. Ayrıntıcı bir zihne sahip olmayan milletler geri kalmaya bin kez mahkûmdurlar! Bu yoldan devam ederek Gürgenpınarı üzerinden İnkumu’na ulaştık. 3 km uzunluğundaki bir plajdır burası. Beton yapılaşmalar vardır. Burada olması gereken nedir? O koyu yerleşime kapatmak ve sadece birkaç basit tesis bırakmaktı. Yani oraya gelindiğinde çevreyle uyumlu 3-5 basit tesis dışında hiçbir yapı olmamalıydı. Sahilin geniş bırakılması en azından bir tesellidir. Memleket budur! Kapasite budur!

Güzel bir hava vardı; açık ve güneşli ve rüzgârsız; öğleden sonra biraz rüzgâr çıktı, biraz bulutlandı ama önemli bir dalga oluşmadı. Yerler temizdi. Tesislerde her şey paralıydı. Güneşlik 20 liraydı. Sanırım 4 şezlongla birlikte 50 lira ödedik.  Açık duş var, 2 lira; tuvalet 1 lira; kapalı soğuk duş 3 lira; kapalı sıcak duş 5 lira! Plajda Ege’de alıştığımız kaynamış mısır satıcıları yerine taze fındık, dağ böğürtleni satanlara rastlıyorduk. En çok da sıcak simitçiler geçiyordu. Arka taraf yani güney kısmı dağlık ve yemyeşil, ön taraf yani kuzey masmavi denizdi. Yürüyüş yapanlar, uçurtma uçuranlar vardı; genel olarak bir huzur havası vardı. Kumu gerçekten güzeldi ve inceydi! Denizi sığdı ve epeyce gittiğinizde bile pek boy vermiyordu. Kumlar özellikle giriş kısmında oldukça yumuşaktılar ve ayaklar batıyordu. Denizanaları vardı; bunlar kollara dokununca bazen hafif bir sızlatma yapıyorlardı.

Uzaklarda demirlemiş gemileri görebiliyorduk. Çok sayıda sürat teknesi ve jet ski saçmalıkları gidip geliyorlardı. Bunlar herhalde kiralıktılar; bunların kaldırılması gerek! O koy tamamen sakin bir yapıya kavuşmalıdır. Suda yer yer kirlilikler vardı. Minik beyaz yengeçler kum üzerinde yürüyüp hemen kumun içine dalıyorlardı. Deyim yerindeyse yengeçlerin üzerine basarak yürüyorduk!

Buraya yakın bir başka koy daha varmış ki bir dahaki sefere görülmesi gereken bir yer olarak kayıtlara geçirdim: Güzelcehisar koyu. İnkumu’na 5 km uzaklıkta bir koymuş; tesislerin de olmadığı düşünülürse benim İnkumu için düşündüğüm doğallık orada olmalıdır. Sığ başlayıp daha çabuk derinleşen yapısıyla da daha ilginç bir deniz sunmaktadır. Doğal sit alanı ilan edilmesi olumludur ama ne kadar daha doğal sit alanı olarak kalacaktır, işte bu meçhuldür çünkü ahlaksız ve fırıldakçı siyasetçi o sömürücü çakallığıyla burayı da talan etmenin yolunu her zaman arayacaktır!

İnkumu’ndan genel olarak memnun ve dinlenmiş, biraz kumlu ve acıkmış olarak ayrıldık. Hedefte yarım saat ötedeki Amasra vardı. Bartın’dan Amasra’ya daha az virajlı doğu yönünden girmek mümkün ki biz oradan girdik. Dönüşü ise batı yönünden yaptık. Amasra temiz bir yer; denizi için aynı şeyi elbette söyleyemeyiz ama sokakları temiz bir ilçedir. Yolda Bartınlı Barış Akarsu’nun fotoğrafları sık sık görülür. Fatih Sultan Mehmet 15. Yüzyılda şehri almak için gelip tepeden Amasra’ya bakar ve şöyle der: “Bu kadar güzel bir yere zarar vererek almak istemem, kalenin anahtarını bana getiriniz. » Tabii bu sözün çok daha ahlaki olanı şu olmalıdır: “Burası, orada yaşayan kimlerse onlara aittir; şehrin anahtarını istemiyorum; mutluca orada yaşayın!”

Amasra’daki en temel amacımız mezgit balıklarını ve ev yapımı baklavaları mideye indirmekti! Zaman içinde vejetaryenliğe geçiş başarılı olursa balıkları da rahat bırakacağız artık! Mustafa Amca’nın Canlı Balık restoranına gidip ölü balık yedik! Ama maalesef ev baklavası yoktu. Burada çalışan ve Anadolu Kulübü emeklisi şef Hıdır beyi de bulamadık, herhalde ayrılmıştı oradan.

Balıklar tazeydi, lezzetliydi; Amasra salata güzeldi ve künefe de iyi sayılırdı. Güneş denizde müthiş pırıltılar yaratmıştı ve yemeği yerken bu ışıltılara bakıp yaşamın, yaşamanın sonsuz önemini bir kez daha kavradık. Ve sonra bulutun gölgesi denizi ikiye ayırdı; halk efsanelerindeki Musa’nın Kızıldeniz’i yarması gibi sanki deniz iki parçalı bir görüntüye kavuştu. Martılar da insanlarla birlikte yüzüyorlardı. Teknede insanlar gülüyor, plajlardan neşeli kahkahalar bize kadar ulaşıyordu; köpekler bahçelerinde uyuyorlardı. Bu dinginlik elbette kaotik evrenden çalınmış bir andı! Korkutucu evrende sığındığımız bir limandı burası, bir huzur limanı!

Kara bulutlar ufukta göründü, yağmur yaklaşıyordu sanki. Her şeyin sonra erdiği evrende bu seyahatimiz de sona erdi. Akşamın alacakaranlığında, dolunayın aydınlattığı yollarda yeniden Ankara’ya süzüldük! Dönüşümüz hızlı oldu, 3 saat 20 dakikada vardık buralara, bozkıra…  

Yazımı bir müzikle sonlandırıyorum:

http://www.youtube.com/watch?v=Y5-dtqt3FFk

 

Mehmet Murat ildan 

http://mehmetmuratildan.hpage.com/

Read Full Post »