Feeds:
Posts
Comments

Posts Tagged ‘Semeler Köyü’

 

Bugün yeni yılın 65. günü, yani 6 Mart 2011 Pazar günü; İsa’nın doğumuna göre 21. yüzyıldayız; antik Mısır uygarlığını referans alırsak en az 51. yüzyıldayız. Gökhan önderliğinde Strabon grubuyla Semeler köyü – Eğerlidere doğa yürüyüşüne katıldım. Bu yürüyüşten bahsetmeden önce tarihin derinliklerinde, bizler henüz varolmamışken dünyada 6 Martta ne olmuşa bir baktım; Cyrano de Bergerac 1619 yılında doğmuş, üstat Edmond Rostand’ın ünlü oyununa konu olmuş Fransız oyun yazarı ve düellocu Hercule-Savinien de Cyrano de Bergerac! Cyrano, hem iyi bir asker ve hem de iyi bir şairdi. Hayatı değişik eserlere ve filmlere konu olmuştur. Gerard Depardieu’nun enfes Cyrano filmini, oradaki harika sahneleri ve Cyrano’nun trajedisini anımsayarak yazıma resmi olarak başlayayım. Etkinliğin fotoğrafları aşağıdaki linkte mevcuttur:

http://picasaweb.google.com/ildanmmi

Sabah her zamanki gibi 6.01 alarmıyla kalktım. Gece 1.30 gibi yatmıştım; pek de uykumu almış sayılmazdım. Pencereyi açar açmaz yağmurlu bir Ankara’yla karşılaştım; yarın ise kar geliyormuş; medyamız kar gelişini sanki yabancı bir ordu geliyor şeklinde duyuruyor; kaçın, kurtulun, masaların altına saklanın!.. Marmot yağmur geçirmez pantolonumu mecburen giydim. “Haş” “Huş” ses çıkarması gıcıktı ama ıslanmaktan iyiydi! Sabah 7.50 gibi benim duraktan midibüsle ayrıldık. Mevlana lokantasından sonraki durağımız Semeler köyüydü. Seme, Farsça ahmak ya da sersem, alık anlamına geliyor ama buradaki anlamı mutlaka farklıdır; semerin farklı yazılımıdır herhalde; orada gördüğümüz köylüye bunu soracaktım fakat fırsat bulamadım. Işık dağı yolu üzerindedir bu köy. Eğrekkaya barajını geçtikten sonra sağda Semeler sapağı vardır; yukarı doğru dik bir toprak yol çıkar.

Aşağılardaki yağmur, yükseldikçe karla karışık yağmura ve nihayetinde kara dönüşmüştü. Bugünkü etkinlik oldukça kalabalıktı; sayı 30’un üzerindeydi; birkaç kişi de özel araçla oraya gelip bize katıldılar. İlk hedefimiz Cevizliderebaşı bölgesindeki öğle yemeği alanıydı. Semeler köyünün solundan giden uzunca bir toprak yol vardır; derince bir vadidir burası ve de Başköy yolu diye bilinir; Eğerlialören, Eğerlikozören ve de Eğerlidereköy taraflarına gidilir buralardan. Semeler köyünde sanırım 9 hane yaşıyormuş; artık köylerde gençler kalmadı; emekliler ve yaşlıların meskeni oldu köylerimiz. Köylerimizi geliştiremedik; alt yapılarını yapamadık. Harika bir altyapısı olan bir köyde insanlar elbette yaşamak isterlerdi… İlkelliği ve geri kalmışlığı bu topraklardan silemedik; eğitim düzeyi yükselmedikçe de silemeyeceğiz; dine gömüldükçe silemeyeceğiz; kurtuluş yalnızca aklın, zekanın egemenliğinin hakim kılınmasındadır; kurtuluş cehaletin yok edilmesindedir.

Uzaktaki dağlar sisliydi; güneş sıcak yüzünü göstermek için rüzgardan yardım bekliyor ve fırsat kolluyordu. Nitekim yürüyüşümüzün ikinci etabında bize sıcak sevgilerini kısa bir süreliğine de olsa yolladı. Güneş, her açıdan yaşamımızın kaynağıdır; vücudumuzdaki elementler bile güneşler yok olduğunda, sönerken patladıklarında ortaya çıkarlar… Yağmurlukların üzerlerinde harika yağmur damlaları bütün saflıklarıyla boy gösteriyorlardı. Bu bölge pek ormanlık değildi; çalılar ve meşeler boldu. Bir yayla patikasına girdik ve yükselişe geçtik. Semeler köyü rakımı 1090 metredir. Biz 1500’lerin üzerine çıkacaktık. Patikada bir süre ilerledikten sonra rahatsızlanan bir arkadaş oldu; o arkadaş arabaya geri götürüldü. Daha sonra da patikanın ulaştığı bir lokal zirvede ya da seyir terasında, küçük bir göl kenarında, rahatsızlanan arkadaşa eşlik edenin gelmesini bekledik. Vedat bey sık sık iyi ki yağmur yerine kar yağıyor diyordu. Etkinlik boyunca her zaman sayısız konuşmalar yapılırdı. Bunlardan Başak’ın anlattığı dalgıçlık konusunu hatırlıyorum; 60 metreye dalmanın güçlükleri; fakat o derinliklerdeki müthiş boşluk ve sonsuzluk duygusu… Gökhan’ın Çamkoru geyik üretme çiftliğine dair anlattıkları da aklımda kalmış. Burada bir istasyon var; geyik üretip doğaya bırakıyorlar; ama bunlar doğal beslenmeyi ve doğal yaşamı bilmediklerinden ya istasyona geri dönüyor ya da kurtlar tarafından çabuk avlanıyorlarmış. Bir de doğal bir geyik getirip çiftliğe koymuşlar; bu doğal olanı, “yetiştirme geyiklerle” muhatap olmamış, onlardan uzak durmuş ve bir gün yüksek tellerden atlayıp kaçmayı başarmış…

Sapsız meşeler, titrek kavaklar, yosunlu taşlar, sarı ve mor çiğdemler, her türden dikenler ve likenler arasında taşlık bir arazide patika yolunda ilerliyorduk. Bu patikalar sürüler tarafından kullanıldıkları için çalıların üzerleri hayvan yünleriyle doluydu; toplasak yün yorgan yapılırdı. Pek fazla kuşburnu kalmamıştı. Turhan bu kez küçük bir makineyle ama yine profesyonel biçimde fotoğraflar çekiyordu; geçen aya göre yürüyüş performansı epeyce artmıştı ve kalabalık gruplarda yorulmamanın kuralını bulmuştu: Önde yürümek! Bir ara yerde mor çiçekler gördük. Funda, bunların sümbül olduklarını söyledi. Papaz sümbülü mü Haham sümbülü mü derken bunların Arap Sümbülleri olduklarına karar verildi. Etkinlik rüzgarsız bir ortamda, zaman zaman kuru incir, siyah üzüm, bayat badem, kalmış ceviz yenilerek devam ediyordu; kulaklıkla müzik dinleyenler vardı ki bence bu doğru bir şey değildi, şöyle ki, arkadan gelen birisi yardım isterse onu duymak zorundayız!.. Şehre ait alışkanlıkları şehirde bırakmak gerek; yürüyüşler eğlenceyle birlikte sorumululuk da getirirler insana. Bu yürüyüşteki ilginç şeylerden biri de Gökhan’ın batonunun kürdan gibi kırılıp parçalanmasıydı; belki çok kullanılmaktan eskimişti, ama şunu unutmamak gerekir ki batona da sadece belirli bir düzeyde güvenmek gerekir; en iyi batonlar da kırılırlar!..

Sisler zaman zaman yoğunlaşıyor, ortaya Karadeniz manzaraları çıkıyordu. Ağızları doğal taşlarla çevrilmiş su kuyularının yanlarından geçtik; iyice yükseklerde az da olsa karlı yollarda yürüdük. Çok uzaklardan Eğerlialören köyüne çıkan toprak yolu gördük; bu tür yollar bazen göz yanılsaması da yaparlar ve sanki bir nehir gibi ve dahi büyükçe bir Amazon anakondası gibi görünürler.  Yürürken insan bazen doğayla bütünleşir; sanki bir rüya aleminde sonsuzluğa ya da hiçliğe doğru yürüyordur; zihni boşalır; gerçek bir meditasyondur bu; şehrin bütün zehirleri, ahmakça fikirleri akar gider. Aşağıdaki vadide kayaların altına hızla gizlenen bir gelincik gördüm. Saat 13 civarları öğle yemeği molası verildi. Ben, az kıymalı böreğimi ve de haşlama patatesimi yedim; bir elma ve de iki bardak çay içtim. Bir de Sevil’in ikram ettiği ev yapımı az acılı kısır; oldukça başarılıydı. Getirilen ocaklarda sucuklar da pişirildi; ben uzaktan seyretmekle yetindim! Dönüşte Mevlana’da Erol hocanın verdiği güzel keki de anmadan geçmiş olmayayım, yoksa hem Erol hoca gücenir ve hem de bizzat kekin kendisi gücenir.

Ağaçlardan sular damlıyor, bizi ıslatıyordu. Bazen de dumanı tüten bardağımıza şıp diye düşüyorlar ve de sıcak çayı soğutuyorlardı; bizim evrenimizde her şey bir başkasının defterini dürüyordu sanki; “defter dürme” dünyasındaydık; bir “silgiler savaşı” evrenindeydik. Mesela Güneş ne zaman bir dondurma görse, ona dayanamaz, uzaktan alevli diliyle onu yalayarak eritirdi!.. Oturduğumuz yerin altında ve etrafında solucanlar dolaşıyorlardı. Tabiat, bahara uyanıyordu. Tabiat, güzellikler yaratmada tam bir ustaydı; bahar gelince inanılmaz resimler çizecek, olağanüstü tablolar yapacaktı. Ya bizler? Sürekli her şeyi çirkinleştirmenin peşindeyiz.

Öğle yemeğinden sonra hafiften dere vadisine doğru inişe geçtik. Aşağılarda başka bir grubun seslerini duyduk; doğada ses duyunca hemen sessizleşip dinlemek gereklidir, çünkü biri zorda olup yardım istiyor olabilir! Bir şeylerin ne kadar farkındaysak, o kadar yaşıyoruz demektir! Taşlı yollardan minik mantarları selamlayarak indik ve dereye ulaştık. Dere kenarında birkaç harika kardelen gördük. Beyaz kardelenler ters dönmüşler ve sanki bu yeşil mahallenin sokak lambaları gibi duruyorlardı. Yürüyüşün bu son etabı güzel bir vadide geçti. Dere yatağında yerdeki sarmaşıklar bazen insanın ayağını ahtapot gibi yakalıyorlardı. Bence canları sıkılıyordu ve bizi bırakmak istemiyorlar, belki birkaç dakika telepatik olarak bizimle iletişime geçmek istiyorlardı. Gökhan’ın isim verdiği “Lama-Kayayı” da geride bıraktık. Uzaktan bakıldığında tıpkı bir lamayı andıran bir kayaydı bu ama tükürmüyordu neyse ki!.. Birkaç güzel şelale geçtik. Onların önlerindeki derince havuzlardaki yansımadan gökyüzünü seyretmek isterdik ama zaman yoktu. Kanyonvari vadinin sonunda 3 metre kadarlık bir genişliğe sahip dereye geldik. Gökhan burada ayaklarını bantlayıp suya girdi ve herkesin geçmesine yardımcı oldu ve güzel bir etkinlik de böylece sona erdi. Haftaya Gökhan KüçükHacettepe tırmanışı düşünüyor; günübirlik. Sabah 4’te Ankara’dan çıkılacak; 9’da yürüyüşe başlanacak, akşam 5-6 gibi bitirilecek ve de 22 gibi dönülecek.  Sabah 3’te uyandığımızı düşünürsek , toplamda 19 saatlik bir etkinlik olacaktır bu. Ayrıntılarını kendisi yollayacaktır. Zor olan insanı cezbeder ve tabii buna ek olarak üşenmezlik de gerekir.

Daha önce gitmediğim rotalar hoşuma gidiyor; ama bitki örtüsü yoğun ve daha derin vadiler benim arzumdur!.. Yazımı bu kez, kullanmayı henüz öğrendiğim WordPress isimli bloglarda yazıyorum, çünkü E-blogger’ın blogları mahkeme kararıyla tıpkı bir zamanlar YouTube’ta olduğu gibi kapatıldı. İlkellik bu toprakları ne zaman terk edecek bilmiyorum! Yüzbinlerce insanın büyük bir iyiniyetle kullandıkları ve faydalandıkları blogları kapatmak hangi zekanın işidir? Bırakın siber uzay özgür kalsın ve dahi her türden abuk subuk fikir dahi burada sergilensin! Özgürlük diyoruz! İnternette özgürlük! Sokakta özgürlük! Yurtta özgürlük, dünyada özgürlük, evrende özgürlük! Fikirlere özgürlük, sözlere özgürlük; dinden özgürlük, ideolojilerden özgürlük, bütün saçmalıklardan özgürlük! Her daim özgürlük! Ülkenin her yerinde özgürlük! Yaşasın özgürlük! Örümcekler ağ örer; ama o ağlar yırtılıp gider!.. Kuşlara gökleri yasaklamak neye yarar? Onlar uçmaya ve özgürlüğe alışmışlar. Bir Zen hikayesinde söylediği gibi, akrebin doğası sokmaktır, bizim doğamız kurtarmak ve yaratmaktır… Zehirle panzehirin, kötüyle iyinin, alçakla yükseğin savaşıdır bu!

Etkinlikte emeği geçen arkadaşlara teşekkür ederek yazımı bu kez Türkçe bir müzikle sonlandırıyorum: Zeki Müren; Gitme Sana Muhtacım.

http://www.dailymotion.com/video/xh3r5d_zeki-muren-gytme-sana-muhtacim_music

Mehmet Murat ildan

http://mehmetmuratildan.hpage.com/

Read Full Post »