Etkinliğin beşinci günündeyiz. Tarihler 3 Ağustos Pazar günü. Bugün zirve günü, bugün ciddi gün, bugün kayalar üzerinde yürüme günü, etkinliğin doruk günü! Bugün erkenciyiz. Saatler 6.15’i gösterdiğinde kahvaltı yapılmıştı ve yürüyüşe hazırdık. Ben Jak’ın saatine bakıyordum ve bana her seferinde saatinin 5 dakika ileride olduğunu söylüyordu!
Etkinliğin fotoğrafları aşağıdaki linkten görülebilir:
https://picasaweb.google.com/ildanmmi
Soğanlı gölün üzerine henüz tam olarak güneş gelmemişti. Soğanlı gölden Büyük Deniz Gölü aşıtına doğru yol alıyorduk. Aşağıdan bakınca yukarıda patika ya da yol yokmuş gibi görünüyordu ama ilerledikçe patika açığa çıkıyordu. Savaşım, Tea ve Ezgi kampta kalmaya, kampın keyfini çıkarmaya karar verdiler ve böylece 3 eksikle yola çıktık. Ana rehber Bekir Görmüş’tü. Gökhan da arkayı kontrol ediyordu. Cemil libero oynuyordu! İş bölümleri istendiği zaman değişebiliyordu.
Taşlarda yavaş yavaş ciddi artışlar oldu. Kısa bir süre sonra Deniz Gölü manzarası karşısındaydık. Göl tam durgundu, harika bir yansıma vardı. Mavi gölün üzerinden zirvedeki bayrağı fotoğrafladık. Buradan çok çok uzakta görünüyordu zirve. Oraya gidecek ve tekrar geri dönecektik! 10 saat kadar bir süre alacaktı bu. Kimse gölden ayrılmak istemiyordu, herkesin gözleri göle kilitlenmişti. Bu büyüleyici göle veda vakti geldi. Google Earth’e göre 3381 rakımda olan bu göle doğru ince bir patikadan iniş başladı. Bazen yarım ton kadar bir ağırlıkta görünen kayalar bile üzerlerine basılınca oynuyorlar ve hatta dengeyi bile bozabiliyorlardı! Öyle bir açıyla duruyorlardı ki küçük bir güç uygulayarak koca kayayı oynatabiliyordunuz!
Daha önce de belirttiğim gibi kask zorunluluğu yoktu ama kask takılması kesinlikle faydalıydı. Gerek Tamzara tur ve gerekse de öteki Kaçkar tur düzenleyicilerine tavsiyem zirve çıkışında kaskı zorunlu hale getirmeleridir, zararları olmaz karları olur! Ama tabii iyi bir kask en az 250 civarındadır; ilan edilirse katılımcılar kendi kasklarını getirebilirler ki benim son derece hafif bir Petzl kaskım vardı. Yürüyüşçü çok deneyimli olabilir ama 1 saniyelik dikkatsizlikle düşme anında kask çok çok değerli bir iş yapabilir! Kısacası kaskı tur düzenleyicilere tavsiye ediyorum, iyi olur diyorum, fotoğraflarda da daha güzel, daha artistik, daha dağcı çıkar kasklar!
Deniz gölünden su doldurma zamanıydı. Suyu pek lezzetliydi. Güneş yavaş yavaş yakmaya başlamıştı. Yol babaları sıklaştı. Bekir hoca bölgeye dair bilgiler veriyordu, mola verilecek yerleri saptıyordu. Küçük bir göle daha geldik. 3474 rakımlardaydı. Öbek öbek karlar bizi mutlu ediyorlardı ve unutma beni çiçeklerine bakmayı da unutmuyorduk! Zaman zaman taşlar kayabiliyordu. Bunlardan bir tanesi, en çok sayıda taşın kaydığı bir olayın tam önündeydim ve heyecanlı anlar oldu. Tabii kayalar gelirken sadece kayalara odaklanmıştım, Aladağlar’da da bunları konuşmuştuk yani yukarıdan taş kaya gelirken rastgele kaçmak yerine onların nereye geleceklerine göre pozisyon almak daha akılcıydı. Elbette blok halinde onlarca taş ve kaya gelirse o zaman komplike bir durum garantilenmiş olurdu! Genel olarak küçük yuvarlanma şeklinde bizzat katılımcıların yürürken yarattıkları taş kaymaları oldu ve ciddiyet arz etmiyorlardı.
Bekir hoca kar gördü mü hemen yüzünü kara yaslıyordu. Tabanı toptan çıkmış ayakkabı gördük ki herhalde dağda insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biriydi, o yüzden çantada bir ip bulundurmak faydalıydı, tabanı ayakkabıya bağlamak için! Ayakkabı Adidas’tı, yani gerçek dağ ayakkabısı değildi. Asolo, Boreal, La Sportiva, Dolomite gibi ayakkabılarda böyle şeyler yaşamak oldukça zordur.
Küçük gölden sonraki rotanın tamamı küçük inişler ve büyük çıkışlar şeklindeydi. Karların üzerlerinden geçerken kısa serinlemeler yaşıyorduk. Taşlara dikkat etmekten etrafa çok sık bakamıyorduk. Uzaklarda bir buzul gördük, halen taş gibi sert olduğu belliydi. Cemil’i yine bir orada bir burada görüyorduk tavşan misali! “Ah ülen hayat” diye bağırıyordu ve bir de uzun Karadeniz haykırışları yapıyordu! Fakat hafızam bazen de Cemil’in Ayhan Alptekin’in şarkısında olduğu gibi “Ah ulan ah” dediğini kulağıma fısıldıyordu!
Zirveye yaklaştıkça diklik arttı. Uzaklarda yeşil bir teras gördük; oraya ulaşacaktık ve bir yan geçiş olacaktı. Buzul manzarası karşısında kuruyemişler pek lezzetli oluyordu. Kumanyalarımız çantalarımızdaydı. Kumanyaların içleri de Bekir hocanın çantasında! Yeşil terasa gelmek üzereydik. Hafif zorluca bir yan geçiş oldu. Gökhan, Bekir hoca, Cemil biraz aşağıda durup önlem aldılar. Yürüyüşün genel olarak en kritik bölümü burasıydı orada da önlem alınarak herkes dikkatlice geçti. Oldukça kısa bir geçişti bu. Yeşil terasta harika çiçekler bizi karşıladılar ve kayalardan süzen sular pet şişelere dolduruldu. Çıkış devam etti, bayrak yakınlaştıkça enerji arttı ve nihayet mutlu son! Küçük Şebnem yukarıda Roketsan bayrağını açmıştı bile! Bu reklamdan sonra yarım kilo roket alacağımız geldi ya da 1 kilo!
Dağdaki levha 3932 metreden 3937 metreye değiştirilmişti! Fotoğraflar çakmaya-çekmeye başladı! Sağa mı sola mı bakalım diye bir o yana bir bu yana gidiyorduk. Yaklaşık yarım saat zirvede kaldık. Zirvedeki en komik an da şuydu. Kuzeyin uçurumuna bakıyordum buradan da kim çıkar ki derken bir kask tam uçurumun önünde yanı başımda yükseldi! Sanırım TODOSK (Toroslar Doğa Sporları Kulübü) dağcılık ekibiydi onlar. Hoş bir andı, cehennemden yukarı, Kurtuluş Ülkesi’ne yükselen insanlar tarzı bir görüntüydü!
Zirve kalabalıklaştı, bayrakla çekilen fotolar çoğaldı. Karşıda 3711 metrelik Mezovit’i, 3760’lık Geztepe’yi ve 3800’lük Kardovit’i ve 3860’lık Sönmez tepeyi görebiliyorduk. Öğle yemeğimiz zirvede yendi. Zirve kaynaşması oldu, zirve defterleri imzalandı. Yavaş yavaş bulut toplanmaları görüyorduk. Bekir hoca biraz hızlanmamızı istedi. Bulut toplanmalarında zirveler yıldırım çekerler. Cep telefonlarının kapatılması istendi. Zirvede saatler 11.02’yi gösteriyordu. Yaklaşık 4 saatte çıkmıştık zirveye. Baykar’ın zirve mesajını görüntüledim, duygusal bir mesajdı. Artvin Barosu defteri zirve defteri yapılmıştı. Kayanın tekinde Şahin Kafeterya yazıyordu. Jak meşhur Toblerone çikolatalarını dağıttı. Onun da 18. Kaçkar çıkışıydı bu ve muhakkak ki Hollanda’dan ve belki de Avrupa’dan bu dağa en çok çıkan kişiydi! Gökhan, Metin hocayı (Ayşiiin’i) beklediği için zirveye geç katıldı ve böylece hepimiz zirvedeydik. Cemil de artçı olarak en son geldi! “Ah ülen hayat!” ya da “Ah ulan ah!”
İniş vakti geldi. Uzaklara yağmur yağmaya başlamıştı bile. Telefonlar kapalıydı. İnişler daha fazla dikkat gerektiriyordu ve daha çok zaman alabiliyordu. Bekir hoca “hava patlayabilir” şeklinde bir terminoloji kullanıyordu! Rüzgâr havayı hızla değiştirebiliyordu. Çiseleme başladı, yağmurluklar giyildi. Terasa inildi. Kritik yan geçiş yapıldı. Dönüşte biraz daha farklı bir rotadan indik. Uzunca bir kar kulvarının üzerinden yürüdük. Minik göl derken Deniz gölüne ulaştık. Gölde anı fotoğrafının ardından nihayet ana-kampa geri döndük ve burada Jak’ın eşi Tea herkesi samimi bir şekilde sarılarak kutladı. Zirve yürüyüşü sona ermişti. Savaşım mutfakta çorba yapıyordu. Nes, Ezgi’den makarna istemişti ve akşam makarna da vardı. Ezgi de hastalığı epeyce atlatmış, toparlamış görünüyordu. Tea da kitap okumuştu: Caesarion, Tommy Wieringa, güzel bir roman sanırım.
Tea gölde ikinci kez yıkandı. Akşam ateşi için odunlar toplandı. Bu odunları Bekir hoca daha önce bizim çadırın arkasına yığdırmıştı. Yağmur çiselerken ateş yandı, biralar içildi ve gün geceye dönüverdi! Yorgunluk herkesi yatağa sürükledi. 4 Ağustos Pazartesi günü çabucak geliverdi!
Sabah toparlanma, çadırları temizleme vaktiydi! Kısa süre içinde biraz olsun temizleyebildik ama kesinlikle daha sonra detaylı bir temizlik yapmak gerekiyordu. Özellikle nemli kalan çadırlarda küflenmeler olabiliyordu. Bugün kahvaltıda ekstra olarak devasa sucuklu yumurta vardı. Katırcı Ali dayı atlarla erkenden geldi. Uyku tulumları ve matlar ayrı bir yere depolandı. Otele gidecek olan eşyalar ayrıca torbalandı ve heybe şeklinde atlara yerleştirilecekti. Çocuklarla vedalaştık ve 9 olmadan yola koyulduk. Bugün Trans-Kaçkar günüydü. Batıya doğru aşağıya inecektik ve 3400’lük bir aşıttan geçip batıya doğru yol almaya devam edecektik. 2 Aşıt daha geçip Kuzeye vurarak Kavrun geçidine girecektik. Kısacası çıkması ve inmesi bol ve uzunca bir parkurdu.
Davalı geride kaldı ama koca taşlar halen yolumuzun üzerindeydiler. Bekir hocanın elinde bir sis düdüğü vardı ve bir de çantasına asılı ayı çıngırağı! Ayılar bu sesi duyup uzaklaşmaktaydılar! Ayılar bu yüksekliklere de çıkıp kök aramaktalar, toprakları eşelemektedirler. Düğün çiçekleri, eğrelti otları, çekirgeler bize eşlik ettiler. Ayı pisliklerine benzer şeyler gördük. Havada çok sayıda kuzgunlar görüyorduk. Kumanyalarımızdan gofretleri arada ağzımıza atıyorduk. Şeftali suları güzel gitti. Kavrun geçidine yaklaştığımızda sisler ortaya çıktılar ve etkinliğimize müthiş görsellik kattılar. Dağlar daha da güzelleşti. Bekir hoca zaman zaman sigara içiyordu ve izmaritleri de ayakkabı iplerine sıkıştırıyordu.
Yavaş yavaş Kavrun vadisini görebileceğimiz tepeye yaklaşıyorduk. Sonrası hep iniş olacaktı. Öğle molamızı düzeltilmiş taşların olduğu bir düzlükte verdik. Yağmur çiseledi, saflar sıklaştırıldı, düdükler çaldı, dağlar sanki yoktan var olup yine sislerin içinde yok oluyordular. Çiçekli vadiye doğru ve Yukarı Kavrun’a doğru görsel bir iniş başladı. Kayalara tünmüş kuzgunları gözlerimizle yakaladık! 2868 rakımdaki Derebaşı gölüne geldik. Çiçekler arasında oturduk, otlardan pantolonlarımız ıslandılar. Saat 15’e doğru yaklaşıyordu. Öküz Yatağı gölünün ve Mezovit çayırının solundan, orman güllerinin arasından, odun toplamış genç kızların önlerinden, su damlalarını hapsetmiş kabalak yapraklarının yanlarından, sevimli danaları severek serbest sitilde yürüyerek 2270 rakımlı Yukarı Kavrun’a ulaştık. Böylece Trans-Kaçkar turumuz sona erdi. Bizim geçtiğimiz vadi birkaç ay sonra karlarla örtülecek ve oradaki evler bile karlar altında kalacaklardı.
Yukarı Kavrun’daki kahvehanede simitler, ay çekirdekleri, burma tatlılar yedik, çay içtik, maden suyu devirdik! Saatler 18.15 olmuştu. Kahvehanedeki dürbünleri görür görmez katırcı Ali dayının isteği aklıma geldi. Bana bir daha gelişinizde bir dürbün getirin dedi, objektifleri bile söyledi ve Çin malı da olmasın diye ekledi!
Araçlarımız geldi ve doğruca Ayder’e indik. Natura Lodge otelindeydik, bizi kapıda Cevdet bey her zamanki gibi güler yüzle karşıladı.
Güzel bir oteldi, rahat ettik. Gelenlere tavsiye ediyorum. 20.30’da yemek vaktiydi ve acele herkes duşunu aldı. Yöresel yemeklerden tavalama pek hoştu. Üstü kadayıflı muhallebiyi de ben silip süpürdüm, ne de olsa tatlıydı! Ayder’de akşam kısa bir tur yaptık; pahalı arabalarıyla, çarşaflı eşleriyle pek çok Arap gördük. Nes yıllar önce buranın halini anlattı ve gerçekten de çok büyümüştü Ayder. İsmi Ayder yaylasıdır ama tarihte burası bir dinlenme yeri olarak kullanılmıştır ve yaylacılık yapılmamıştır. Ayder Ermenice tarla anlamına gelmektedir. Kaplıcalara giremediğimiz için üzüldük ki benim programımda vardı! Jak’ın torununun videosunu izledik, kuyruksallayan kuşları görüntüledik, teleferikle çantalarımızın otelden aşağıya inişlerini keyifle izledik.
6 günlük bu dağ ekspediyonunu kısaca anlatmaya çalıştım. Aklımda daha pek çok ayrıntı var ancak bir yerde durmak gerek! Değerli okuyucu Kaçkar bölgesini ziyaret etmek istediğinde bu bilgilerin yararlı olacaklarını düşünüyorum. Tamzara tura da gösterdikleri misafirperverlikleri için teşekkür ediyorum. Sonuç itibariyle bu turu herkese gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum! Ve bir de şunu ekliyorum: Dağlara mutlaka bir rehberle çıkın! Yani değişik okumalar yapıp ben burayı çıkarım demektense daha önce defalarca bu dağa çıkmış bir rehber size çok şey kazandırır. Zirve yolunda en önemli şey emniyettir!
Zirve yolunda bütün o üzerinde yürüdüğümüz kayaları da düşündüm. Hepsi ufalmaktaydılar. Ufalacaklar, parçalanacaklar ve bir gün çok uzak zamanlarda tıpkı Ay’daki gibi her şey toz olacak, toza dönüşecek! Bugün Ay tozu dediğimiz olay var, dünyada da Dünya tozu olacak! Yaşadığımız evren budur!
Beşinci ve altıncı günlerin bu güzel etkinliğinde emeği geçenlere teşekkür ederek yazımı bir müzikle sonlandırıyorum: Borçka Hemşini, Bayar Şahin! Savaşım artık bu müziği duyunca horona başlar diye düşünmekteyim!
https://www.youtube.com/watch?v=6ZpMq9us6gM
Mehmet Murat ildan