Feeds:
Posts
Comments

Posts Tagged ‘yukarı kavrun’

1149

Etkinliğin beşinci günündeyiz. Tarihler 3 Ağustos Pazar günü. Bugün zirve günü, bugün ciddi gün, bugün kayalar üzerinde yürüme günü, etkinliğin doruk günü! Bugün erkenciyiz. Saatler 6.15’i gösterdiğinde kahvaltı yapılmıştı ve yürüyüşe hazırdık. Ben Jak’ın saatine bakıyordum ve bana her seferinde saatinin 5 dakika ileride olduğunu söylüyordu!

Etkinliğin fotoğrafları aşağıdaki linkten görülebilir:

https://picasaweb.google.com/ildanmmi

Soğanlı gölün üzerine henüz tam olarak güneş gelmemişti. Soğanlı gölden Büyük Deniz Gölü aşıtına doğru yol alıyorduk. Aşağıdan bakınca yukarıda patika ya da yol yokmuş gibi görünüyordu ama ilerledikçe patika açığa çıkıyordu. Savaşım, Tea ve Ezgi kampta kalmaya, kampın keyfini çıkarmaya karar verdiler ve böylece 3 eksikle yola çıktık. Ana rehber Bekir Görmüş’tü. Gökhan da arkayı kontrol ediyordu. Cemil libero oynuyordu! İş bölümleri istendiği zaman değişebiliyordu.

Taşlarda yavaş yavaş ciddi artışlar oldu. Kısa bir süre sonra Deniz Gölü manzarası karşısındaydık. Göl tam durgundu, harika bir yansıma vardı. Mavi gölün üzerinden zirvedeki bayrağı fotoğrafladık. Buradan çok çok uzakta görünüyordu zirve. Oraya gidecek ve tekrar geri dönecektik! 10 saat kadar bir süre alacaktı bu. Kimse gölden ayrılmak istemiyordu, herkesin gözleri göle kilitlenmişti. Bu büyüleyici göle veda vakti geldi. Google Earth’e göre 3381 rakımda olan bu göle doğru ince bir patikadan iniş başladı. Bazen yarım ton kadar bir ağırlıkta görünen kayalar bile üzerlerine basılınca oynuyorlar ve hatta dengeyi bile bozabiliyorlardı! Öyle bir açıyla duruyorlardı ki küçük bir güç uygulayarak koca kayayı oynatabiliyordunuz!

Daha önce de belirttiğim gibi kask zorunluluğu yoktu ama kask takılması kesinlikle faydalıydı. Gerek Tamzara tur ve gerekse de öteki Kaçkar tur düzenleyicilerine tavsiyem zirve çıkışında kaskı zorunlu hale getirmeleridir, zararları olmaz karları olur! Ama tabii iyi bir kask en az 250 civarındadır; ilan edilirse katılımcılar kendi kasklarını getirebilirler ki benim son derece hafif bir Petzl kaskım vardı. Yürüyüşçü çok deneyimli olabilir ama 1 saniyelik dikkatsizlikle düşme anında kask çok çok değerli bir iş yapabilir! Kısacası kaskı tur düzenleyicilere tavsiye ediyorum, iyi olur diyorum, fotoğraflarda da daha güzel, daha artistik, daha dağcı çıkar kasklar!

Deniz gölünden su doldurma zamanıydı. Suyu pek lezzetliydi. Güneş yavaş yavaş yakmaya başlamıştı. Yol babaları sıklaştı. Bekir hoca bölgeye dair bilgiler veriyordu, mola verilecek yerleri saptıyordu. Küçük bir göle daha geldik. 3474 rakımlardaydı. Öbek öbek karlar bizi mutlu ediyorlardı ve unutma beni çiçeklerine bakmayı da unutmuyorduk! Zaman zaman taşlar kayabiliyordu. Bunlardan bir tanesi, en çok sayıda taşın kaydığı bir olayın tam önündeydim ve heyecanlı anlar oldu. Tabii kayalar gelirken sadece kayalara odaklanmıştım, Aladağlar’da da bunları konuşmuştuk yani yukarıdan taş kaya gelirken rastgele kaçmak yerine onların nereye geleceklerine göre pozisyon almak daha akılcıydı. Elbette blok halinde onlarca taş ve kaya gelirse o zaman komplike bir durum garantilenmiş olurdu! Genel olarak küçük yuvarlanma şeklinde bizzat katılımcıların yürürken yarattıkları taş kaymaları oldu ve ciddiyet arz etmiyorlardı.

Bekir hoca kar gördü mü hemen yüzünü kara yaslıyordu. Tabanı toptan çıkmış ayakkabı gördük ki herhalde dağda insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biriydi, o yüzden çantada bir ip bulundurmak faydalıydı, tabanı ayakkabıya bağlamak için! Ayakkabı Adidas’tı, yani gerçek dağ ayakkabısı değildi. Asolo, Boreal, La Sportiva, Dolomite gibi ayakkabılarda böyle şeyler yaşamak oldukça zordur.

Küçük gölden sonraki rotanın tamamı küçük inişler ve büyük çıkışlar şeklindeydi. Karların üzerlerinden geçerken kısa serinlemeler yaşıyorduk. Taşlara dikkat etmekten etrafa çok sık bakamıyorduk. Uzaklarda bir buzul gördük, halen taş gibi sert olduğu belliydi. Cemil’i yine bir orada bir burada görüyorduk tavşan misali! “Ah ülen hayat” diye bağırıyordu ve bir de uzun Karadeniz haykırışları yapıyordu! Fakat hafızam bazen de Cemil’in Ayhan Alptekin’in şarkısında olduğu gibi “Ah ulan ah” dediğini kulağıma fısıldıyordu!

Zirveye yaklaştıkça diklik arttı. Uzaklarda yeşil bir teras gördük; oraya ulaşacaktık ve bir yan geçiş olacaktı. Buzul manzarası karşısında kuruyemişler pek lezzetli oluyordu. Kumanyalarımız çantalarımızdaydı. Kumanyaların içleri de Bekir hocanın çantasında! Yeşil terasa gelmek üzereydik. Hafif zorluca bir yan geçiş oldu. Gökhan, Bekir hoca, Cemil biraz aşağıda durup önlem aldılar. Yürüyüşün genel olarak en kritik bölümü burasıydı orada da önlem alınarak herkes dikkatlice geçti. Oldukça kısa bir geçişti bu. Yeşil terasta harika çiçekler bizi karşıladılar ve kayalardan süzen sular pet şişelere dolduruldu. Çıkış devam etti, bayrak yakınlaştıkça enerji arttı ve nihayet mutlu son! Küçük Şebnem yukarıda Roketsan bayrağını açmıştı bile! Bu reklamdan sonra yarım kilo roket alacağımız geldi ya da 1 kilo!

Dağdaki levha 3932 metreden 3937 metreye değiştirilmişti! Fotoğraflar çakmaya-çekmeye başladı! Sağa mı sola mı bakalım diye bir o yana bir bu yana gidiyorduk. Yaklaşık yarım saat zirvede kaldık. Zirvedeki en komik an da şuydu. Kuzeyin uçurumuna bakıyordum buradan da kim çıkar ki derken bir kask tam uçurumun önünde yanı başımda yükseldi! Sanırım TODOSK (Toroslar Doğa Sporları Kulübü) dağcılık ekibiydi onlar. Hoş bir andı, cehennemden yukarı, Kurtuluş Ülkesi’ne yükselen insanlar tarzı bir görüntüydü!

Zirve kalabalıklaştı, bayrakla çekilen fotolar çoğaldı. Karşıda 3711 metrelik Mezovit’i, 3760’lık Geztepe’yi ve 3800’lük Kardovit’i ve 3860’lık Sönmez tepeyi görebiliyorduk. Öğle yemeğimiz zirvede yendi. Zirve kaynaşması oldu, zirve defterleri imzalandı. Yavaş yavaş bulut toplanmaları görüyorduk. Bekir hoca biraz hızlanmamızı istedi. Bulut toplanmalarında zirveler yıldırım çekerler. Cep telefonlarının kapatılması istendi. Zirvede saatler 11.02’yi gösteriyordu. Yaklaşık 4 saatte çıkmıştık zirveye. Baykar’ın zirve mesajını görüntüledim, duygusal bir mesajdı. Artvin Barosu defteri zirve defteri yapılmıştı. Kayanın tekinde Şahin Kafeterya yazıyordu. Jak meşhur Toblerone çikolatalarını dağıttı. Onun da 18. Kaçkar çıkışıydı bu ve muhakkak ki Hollanda’dan ve belki de Avrupa’dan bu dağa en çok çıkan kişiydi! Gökhan, Metin hocayı (Ayşiiin’i) beklediği için zirveye geç katıldı ve böylece hepimiz zirvedeydik. Cemil de artçı olarak en son geldi! “Ah ülen hayat!” ya da “Ah ulan ah!”

İniş vakti geldi. Uzaklara yağmur yağmaya başlamıştı bile. Telefonlar kapalıydı. İnişler daha fazla dikkat gerektiriyordu ve daha çok zaman alabiliyordu. Bekir hoca “hava patlayabilir” şeklinde bir terminoloji kullanıyordu! Rüzgâr havayı hızla değiştirebiliyordu. Çiseleme başladı, yağmurluklar giyildi. Terasa inildi. Kritik yan geçiş yapıldı. Dönüşte biraz daha farklı bir rotadan indik. Uzunca bir kar kulvarının üzerinden yürüdük. Minik göl derken Deniz gölüne ulaştık. Gölde anı fotoğrafının ardından nihayet ana-kampa geri döndük ve burada Jak’ın eşi Tea herkesi samimi bir şekilde sarılarak kutladı. Zirve yürüyüşü sona ermişti. Savaşım mutfakta çorba yapıyordu. Nes, Ezgi’den makarna istemişti ve akşam makarna da vardı. Ezgi de hastalığı epeyce atlatmış, toparlamış görünüyordu. Tea da kitap okumuştu: Caesarion, Tommy Wieringa, güzel bir roman sanırım.

Tea gölde ikinci kez yıkandı. Akşam ateşi için odunlar toplandı. Bu odunları Bekir hoca daha önce bizim çadırın arkasına yığdırmıştı. Yağmur çiselerken ateş yandı, biralar içildi ve gün geceye dönüverdi! Yorgunluk herkesi yatağa sürükledi. 4 Ağustos Pazartesi günü çabucak geliverdi!

Sabah toparlanma, çadırları temizleme vaktiydi! Kısa süre içinde biraz olsun temizleyebildik ama kesinlikle daha sonra detaylı bir temizlik yapmak gerekiyordu. Özellikle nemli kalan çadırlarda küflenmeler olabiliyordu. Bugün kahvaltıda ekstra olarak devasa sucuklu yumurta vardı. Katırcı Ali dayı atlarla erkenden geldi. Uyku tulumları ve matlar ayrı bir yere depolandı. Otele gidecek olan eşyalar ayrıca torbalandı ve heybe şeklinde atlara yerleştirilecekti. Çocuklarla vedalaştık ve 9 olmadan yola koyulduk. Bugün Trans-Kaçkar günüydü. Batıya doğru aşağıya inecektik ve 3400’lük bir aşıttan geçip batıya doğru yol almaya devam edecektik. 2 Aşıt daha geçip Kuzeye vurarak Kavrun geçidine girecektik. Kısacası çıkması ve inmesi bol ve uzunca bir parkurdu.

Davalı geride kaldı ama koca taşlar halen yolumuzun üzerindeydiler. Bekir hocanın elinde bir sis düdüğü vardı ve bir de çantasına asılı ayı çıngırağı! Ayılar bu sesi duyup uzaklaşmaktaydılar! Ayılar bu yüksekliklere de çıkıp kök aramaktalar, toprakları eşelemektedirler. Düğün çiçekleri, eğrelti otları, çekirgeler bize eşlik ettiler. Ayı pisliklerine benzer şeyler gördük. Havada çok sayıda kuzgunlar görüyorduk. Kumanyalarımızdan gofretleri arada ağzımıza atıyorduk. Şeftali suları güzel gitti. Kavrun geçidine yaklaştığımızda sisler ortaya çıktılar ve etkinliğimize müthiş görsellik kattılar. Dağlar daha da güzelleşti. Bekir hoca zaman zaman sigara içiyordu ve izmaritleri de ayakkabı iplerine sıkıştırıyordu.

Yavaş yavaş Kavrun vadisini görebileceğimiz tepeye yaklaşıyorduk. Sonrası hep iniş olacaktı. Öğle molamızı düzeltilmiş taşların olduğu bir düzlükte verdik. Yağmur çiseledi, saflar sıklaştırıldı, düdükler çaldı, dağlar sanki yoktan var olup yine sislerin içinde yok oluyordular. Çiçekli vadiye doğru ve Yukarı Kavrun’a doğru görsel bir iniş başladı. Kayalara tünmüş kuzgunları gözlerimizle yakaladık! 2868 rakımdaki Derebaşı gölüne geldik. Çiçekler arasında oturduk, otlardan pantolonlarımız ıslandılar. Saat 15’e doğru yaklaşıyordu. Öküz Yatağı gölünün ve Mezovit çayırının solundan, orman güllerinin arasından, odun toplamış genç kızların önlerinden, su damlalarını hapsetmiş kabalak yapraklarının yanlarından, sevimli danaları severek serbest sitilde yürüyerek 2270 rakımlı Yukarı Kavrun’a ulaştık. Böylece Trans-Kaçkar turumuz sona erdi. Bizim geçtiğimiz vadi birkaç ay sonra karlarla örtülecek ve oradaki evler bile karlar altında kalacaklardı.

Yukarı Kavrun’daki kahvehanede simitler, ay çekirdekleri, burma tatlılar yedik, çay içtik, maden suyu devirdik! Saatler 18.15 olmuştu. Kahvehanedeki dürbünleri görür görmez katırcı Ali dayının isteği aklıma geldi. Bana bir daha gelişinizde bir dürbün getirin dedi, objektifleri bile söyledi ve Çin malı da olmasın diye ekledi!

Araçlarımız geldi ve doğruca Ayder’e indik. Natura Lodge otelindeydik, bizi kapıda Cevdet bey her zamanki gibi güler yüzle karşıladı.

http://www.naturaotel.com/

Güzel bir oteldi, rahat ettik. Gelenlere tavsiye ediyorum. 20.30’da yemek vaktiydi ve acele herkes duşunu aldı. Yöresel yemeklerden tavalama pek hoştu. Üstü kadayıflı muhallebiyi de ben silip süpürdüm, ne de olsa tatlıydı! Ayder’de akşam kısa bir tur yaptık; pahalı arabalarıyla, çarşaflı eşleriyle pek çok Arap gördük. Nes yıllar önce buranın halini anlattı ve gerçekten de çok büyümüştü Ayder. İsmi Ayder yaylasıdır ama tarihte burası bir dinlenme yeri olarak kullanılmıştır ve yaylacılık yapılmamıştır. Ayder Ermenice tarla anlamına gelmektedir. Kaplıcalara giremediğimiz için üzüldük ki benim programımda vardı! Jak’ın torununun videosunu izledik, kuyruksallayan kuşları görüntüledik, teleferikle çantalarımızın otelden aşağıya inişlerini keyifle izledik.

6 günlük bu dağ ekspediyonunu kısaca anlatmaya çalıştım. Aklımda daha pek çok ayrıntı var ancak bir yerde durmak gerek! Değerli okuyucu Kaçkar bölgesini ziyaret etmek istediğinde bu bilgilerin yararlı olacaklarını düşünüyorum. Tamzara tura da gösterdikleri misafirperverlikleri için teşekkür ediyorum. Sonuç itibariyle bu turu herkese gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum! Ve bir de şunu ekliyorum: Dağlara mutlaka bir rehberle çıkın! Yani değişik okumalar yapıp ben burayı çıkarım demektense daha önce defalarca bu dağa çıkmış bir rehber size çok şey kazandırır. Zirve yolunda en önemli şey emniyettir!

Zirve yolunda bütün o üzerinde yürüdüğümüz kayaları da düşündüm. Hepsi ufalmaktaydılar. Ufalacaklar, parçalanacaklar ve bir gün çok uzak zamanlarda tıpkı Ay’daki gibi her şey toz olacak, toza dönüşecek! Bugün Ay tozu dediğimiz olay var, dünyada da Dünya tozu olacak! Yaşadığımız evren budur!

Beşinci ve altıncı günlerin bu güzel etkinliğinde emeği geçenlere teşekkür ederek yazımı bir müzikle sonlandırıyorum: Borçka Hemşini, Bayar Şahin! Savaşım artık bu müziği duyunca horona başlar diye düşünmekteyim!

https://www.youtube.com/watch?v=6ZpMq9us6gM

 

Mehmet Murat ildan

http://mehmetmuratildan.hpage.com/

Read Full Post »

808

Bugün 10 Ağustos Pazar günü. 30 Temmuz – 4 Ağustos günleri arasında Trans – Kaçkar 2014 tur planı yaptık. Ağustos ayı iklim koşulları olarak bu tur için en uygun aydı; yağmurun biraz daha uzunca molalar verdiği bir aydı. Bu bir ekspedisyondu; dağlarda yapılan uzun faaliyetler için kullanılır bu sözcük. 6 Gün sürecek bu ekspedisyonla ilgili aşağıda önce genel bir bilgi vereceğim. Yazımın bu birinci bölümünde muhtemel tur programını ve çıkacağımız dağlara, yaylalara dair bilgileri aktaracağım ve ikinci bölümde de bölgeye dair yorumlarımı, yürüyüşün akışını ve gerçekleşen programı anlatacağım. Kaçkarlarla ilgilenen değerli okuyucular için bu bilgilerin yararlı olacağını umuyorum.

Biz bu etkinliğimizi Tamzara Tur ile yaptık. Tamzara, 25 yıl önce faaliyete geçmiş, profesyonel bir dağcı olan İbrahim Ay tarafından kurulmuş. İbrahim Bey esasen bir diş hekimi, Paris’te arkeoloji mastırı yapmış, sanırım şu anda da yine yurtdışında implant uzmanı olarak diş hekimliği yapmakta. O zamanlar bu tur yurtdışından ağırlıklı olarak Fransızları ülkemize getiriyormuş. Tamzara nedir dersek bir mahalle adıdır deriz! Giresun’da bir mahalleymiş Tamzara. Turun isimlerinden biri de Cevdet Oğuz beydir. Rize Ardeşenli Cevdet Bey de İstanbul Üniversitesi Felsefe mezunudur. Tamzara’nın diğer turlardan farkları da bu eğitim altyapılarından gelmektedir. Organizasyon son derece başarılıydı ve Tamzara Tur’a dair görüşlerimiz artılarla, olumlu fikirlerle dolu. Eksileri de elbette ikinci bölümde dile getirmeye çalışacağım.

Kaçkarlar uzun zamandır gitmeyi istediğim bir bölgeydi. Kaçkar dağları turistik bir bölgedir; yurt içi ve yurt dışından pek çok doğaseveri ve dağcıyı o bölgeye toplar ve Türkiye’nin 4. büyük dağıdır, ondan daha büyük sadece Süphan (Bitlis), Cilo (Hakkari) ve Büyük Ağrı vardır. Yırtıcı kuşların cirit attıkları çok değerli bir ekolojik bölgedir. Yüzlerce bitki çeşidinin yanında sadece oraya özgü onlarca endemik bitki vardır. Mutlaka görülmesi gereken yerler arasındadır. Dünyada korunması gereken 200 ekolojik bölgeden biridir. 3000 metrelerde bile orman gülleri bulunur. Kaçkar Dağları Milli Parkı’nda 2500 kadar bitki türü yer alır, müthiş şimşir ormanları vardır ki Türkiye’deki tek şimşir ormanı buradadır! Onlarca kelebek türü, endemik böcekler, buzul gölleri, şelaleler, aniden ortaya çıkan sisler derken enfes bir zenginlik barındırır Kaçkarlar!

Ermenice Haçkar kelimesi vardır, Haçlı Taş anlamına gelir ve Kaçkar sözcüğü de buradan gelmektedir. Fakat bir de Koçkar sözcüğü vardır, Kıpçak dilinde Koç anlamı taşır, bu da Kaçkar sözcüğünün ardındaki olasılıklardan biridir. Haçkar, Koçkar, bunların ikisi de köken olarak Kaçkar’ın ardındaki gerçek olmayabilir. Maziyi dikkatlice incelemek gerekir. Etimoloji dediğimiz kökenbilimin konularıdır bunlar.

Kaçkarlar Kuzey Anadolu Sıradağlarının (Kuzey Anadolu Dağları) içinde yer alırlar. 2400 metrelik Köroğlu dağı, 2587’lik Ilgaz dağları hepsi bunun içindedir. Rize sınırlarına girdiğimizde bu sıradağlar 3937 metre yüksekliğe kadar çıkarlar. Bu bölgedeki yüksek zirveler olarak şunları sayabiliriz: Türkiye’nin en tehlikeli dağı olarak bilinen Verçenik Dağları (3710 mt.), Kavrun Dağları (3937 mt.) ve Altıparmak Dağları (3492 mt.). Bunlar Kaçkarların 3 ana bölümüdür; Batıda Verçenik, ortada Kavrun ve Doğuda Altıparmak. Bu dağların tamamına da Kaçkarlar denilebilmektedir ya da sadece merkez bölümdeki Kavrun kısmına da Kaçkarlar denmektedir. Bizim bu etkinlikteki nihai hedefimiz Kavrun Zirvesiydi. Büyük Kaçkar da denir oraya. Doğu Karadeniz’deki 100’e yakın zirveden en yükseğidir bu. Eğer şanslıysak sis olmayacak ve etrafı panoramik bir şekilde görebilecektik. Sis olsa da yine şanslı olacaktık çünkü sisin getireceği macerayı ve gizemi yaşayacaktık ve çektiğimiz fotoğraflar sisle daha da güzelleşeceklerdi!

Bu dağlarla ilgili bilimsel yayınlar yapılıncaya dek elbette buralar yerel olarak kalmışlardır, ancak 1930’lardan itibaren başlayan araştırmalarla bölge ünlenmiştir, evrenselleşmiştir. Yani bölgenin meşhur olma tarihi çok da eski değildir! Dağların zirvelerine çıkmak toplumların gelişmişlikleriyle, maceracı ve keşfetme ruhlarıyla, başarma azimlerini denemeleriyle ilgilidir.

Bizim çıkacağımız zirvenin ilk kış çıkışının Türk dağcılarıyla 1974 yılında yapıldığını bilirsek bölgenin ne kadar uzun yüzyıllar bakir ve bilinmez kaldığını anlayabiliriz. Yani yaklaşık son 40 yıldır buralara çıkılmaktadır; dağlara çıkıldıkça oralar ün kazanmaya, daha çok bilinir olmaya başlarlar. 20 yıl önce Kaçkarlar milli park ilan edilmiştir.

Kaçkarlar’ı ulaşım açısından düşünürsek ulaşması en yakın olan yer kuzey tarafıdır. Trabzon’dan Rize’ye gelinir, oradan deniz kenarındaki Ardeşen’e geçilir. Ardeşen’den de aşağıya Çamlıhemşin’e gidilir. Bu bahsettiğim yol yaklaşık 75 km kadardır. Çamlıhemşin’den doğruca güney doğudaki Ayder yaylaya yol alınır. Kuzey rotasının çıkışı zordur ama oraya yani kamp yerine gelmek daha kolaydır. Rotanın çıkışının zorluğu teknikten kaynaklanmaz çürüklükten kaynaklanır! Aşağı ve Yukarı Kavrun yaylalarına kadar araçla çıkılabilir. Ayder-Yukarı Kavrun arası 12 km kadardır ve dolmuş da vardır. Kaçkarlar Kuzey Rotası’nın ana kampı Öküzçayırı – Boğaçayırı (Öküzyatağı) denilen yerdir, 2750 metrelerde bir kamptır. Biraz ileride 2800 metrede Mezovit Çayırı vardır, oraya da kamp atılabilir. Mezovit çayırı daha manzaralı ve suyu daha temiz olan bir kamp yeridir ve burası tercih edilmelidir. Mezovit çayırından zirveye yaklaşık 2 kilometrelik bir mesafe vardır, kısadır ama diktir ve çürüktür! Kuzey rotası diyoruz dağın kuzeyinde kaldığı için ama elbette kamptan yukarı çıkış güney doğuya doğru yapılır. Bütün bu Kavrun vadisi U şeklinde bir buzul vadisi yatağıdır.

Kaçkarların klasik rotası Güney Rotasıdır. Biz bu rotayı da kullanmayacaktık. Bu rota en uzun olan rotadır, en kalabalık ve en kirli olan rotadır. Ağustos Eylül ayları için bu rotada kazma ve krampon gerekmez. Bu rota için önce 2000 metredeki Hevek köyüne gelinir. Hevek köyüne Yaylalar Köyü de denir, Heveg olarak da yazılır. Hevek, Artvin ilinin Yusufeli ilçesine bağlıdır. Hevek’ten güney batı istikametinde 2150 rakımdaki Olgunlar yaylasına geçilir. Vadi boyunca ilerlenerek 2500’lerdeki Nastaf (Hastav, Hastaf) yaylasına gidilir ve oradan da Dilber Düzü denilen alana varılır. Burada irtifa 2900’lere yakındır; Dilber Düzü güney rotasının ana kamp yeridir. Oradan da Deniz Gölü’ne çıkılır. Buradan itibaren çanakta ilerlenerek belirgin patikalar takip edilir ve zirve yapılır. Güney rotası için Turistik rota deyimi kullanılır. Kuzey rotası ise zor olan rotadır ve deneyim gerektirir. Kışın buzulların eğimi çığ için oldukça müsaittir.

Bizim rotamız güneyden olacaktı fakat farklı bir açıdan olacaktı, farklı bir yayladan gelen bir rotaydı, daha sakin, daha sessiz bir parkurdu öyle ki bizim ana kamp alanımızda bizden başka bir dağcı grubu yoktu. Dağ çıkışındaki ana rehber Bekir Görmüş’tü; Rize’nin Pazar ilçesindendi Bekir hoca, gerektiğinde Gökhan da ekibin öncülüğünü yapıyordu. Güney rotasıyla ortak durağımız 3400 irtifalara yakın Deniz gölüydü, deniz gibi göldü! Rotamız diğer rotalar gibi granit, andezit gibi volkanik-magmatik taşlarla dolu olacaktı. Kask zorunluluğu olmasa da kaskın faydalı olacağı bir rotadır burası.

Kaçkarların etrafı yaylalarla doludur. Başlangıçta bize sunulan programa göre 30 Temmuz sabahı herkes Trabzon’da buluşacaktı. Bölgeye yakın olanlar arabayla, ötekiler uçak ve otobüslerle gelecekti. Buluşma Trabzon merkezde gerçekleşecekti. Sanırım Trabzon merkezin bir adı yoktu, yani Ankara merkez için genel olarak Kızılay denir, fakat burada hep Trabzon merkez deniyordu! Program gereği Trabzon’dan hareket edip Yedigöller’i gezip İspir’e (Erzurum’un bir ilçesine) gidecektik. Bunun için de önce 540 rakımlı Rize-İkizdere’ye gitmek gerek ve sonrasında da Dereköy-Çamlıköy-Sivrikaya geçilerek Ovit geçidi üzerinden RizeOvit yaylasına varmak lazım. İkizdere’den 52 km uzaklıktadır Ovit Yaylası ve Yedigöller’e de yakındır. Buralar dağlık bölgeler olduğundan yollar sıklıkla vadilerde ilerler.

Tam da burada bir projeden bahsetmek gerek. Rize’yi Doğu ve Güney Doğu Anadolu’ya bağlayacak bir projedir bu. Bölgede Ovit Dağı vardır ve bu dağın bulunduğu yerde Ovit Geçidi! Bu geçidin rakımı 2640 metredir. Kasım-Nisan ayları arası genellikle bu geçit kardan dolayı kapalıdır veya kapanabilmektedir. İşte bu Ovit dağına bir tünel planlanmıştır. 2023’te bitmesi planlanan bu proje zaten yıllardır yapılmayı beklemektedir. 15 kilometre olarak planlanan bu tünel biterse Rize – Erzurum ulaşımı daha kolay hale gelecektir. Yeni bitiş tarihi 2015 ya da 2016 yılıdır.

II. Abdülhamit döneminde bu projenin taslakları yapılmış! Ne kadar hızlı bir millet olduğumuzun göstergesidir bu! 130 yıldan fazla bir zaman geçmiş! Ne kadar hızlı bir ülkeyiz biz gerçekten! Bir millet ne kadar iyi eğitimli ise ne kadar özgürlükçü ise o kadar başarılı olur! Bu evrensel bir gerçektir! En iyi örnek de Japon milletidir. Japonya’nın başarısı toplumunu iyi eğitmesinde, ahlaklı bir kültür yaratmasında, bilime ve akla sonsuz güvenmesinde yatar. Olay bu kadar basit mi? Evet bu kadar basit! Türkiye’nin jeopolitik durumu zor bir yerdeymiş de, etnik zorluklar varmış da bunları geçelim! Ciddi olalım! Toplumunu iyi eğit, bir akıl ve bilim toplumu yarat ve ahlakı ve adaleti egemen kıl, sonra da her alanda yükselirsin, dünyaya bilim ve akıl satarsın! Dünyadan cep telefonu, bilgisayar araba, her tür yüksek teknoloji vesaire almaz, dünyaya satarsın onları! Alıcı değil satıcı olursun; bilimi satın almaz, bilimi üretip satarsın o zaman, yani gerçek bir ülke olursun!

Yeniden etkinliğimize dönelim. Programımıza göre 30 Temmuz günü Ovit yaylasından geçip Yedigöller bölgesine ulaşacaktık. Ovit-Kaçkarlar arası 300 kadar buzul gölü mevcuttur. Bu göllerin Verçenik Dağı-Mescit Dağı arasındaki bölümüne İspir Yedigöller denir. Bunlar Moren (buzultaş) gölleridir yani buzullar taşı kayayı vesaireyi bir yere yığmıştır, setler oluşturmuştur, buralara sular birikince göller oluşur. Aksu deresi aracılığıyla bu buzul gölleri Çoruh nehrine kadar akarlar. Göller 3000 ve üzeri rakımlardadırlar.

Buraya dair okuduğum bir haber de trajikomik bir haberdi. İspir belediyesi 90 metre uzunluğunda 5 metre genişliğinde beton merdiven yapmış, festivale gelenler (ya da Bakan-Milletvekilleri) aşağı rahat insinler (ve yukarı rahat çıksınlar) diye, daha sonra da çevreciler (veya köylüler) bu beton merdivenleri yıkmışlar! Belediyeler bir şey yaparken mutlaka doğaseverlere, çevre bilinci yüksek insanlara bunu sormalılar. Neden? Çok basit; sen kendi aklına bir de başkasının aklını katacaksın ki daha doğru bir şey yapabilesin! Benim aklım her şeye yeter dersen yanılırsın, eksik kalırsın. Akılları bir araya getireceksin, o zaman daha doğru bir şey yapmış olursun!

Belediyecinin aklı, mühendisin aklı, çevrecinin aklı hepsi bir araya gelip en doğru şey neyse o yapılacak! Bu kadar basit! Kimse kimseyi küçümsemeyecek, bütün akıllar bir havuza toplanacak! Tabii bu olayla ilgili elimde birinci kaynaklardan bilgi yok, o yüzden gerçek nedir ancak birinci kaynaklardan iki taraf da dinlenerek ortaya çıkabilir. Beton yerine bölgenin taşlarından taş merdiven yapılsaymış daha mantıklı olurmuş; bölgeye uyumlu bir şey yaparsan hem sırıtmaz, aykırı kalmaz ve hem de daha kalıcı olur. Hayata tek bir açıdan bakılamaz; her açıdan bakmak gerek. Fayda açısından bakmak sadece 1 penceredir, yetersiz bir penceredir; bu işin doğa penceresi var, estetik pencere var, felsefi pencere var… Pencereleri dikkate almıyorsan henüz cahilsin, henüz ayrıntıcı bir zihne sahip değilsin demektir. Bir şey yaparken başka akıllara danış! Akıl akıldan üstün sözü böyle durumlar için söylenmiştir! Biz bu etkinliğimizde o beton merdivenlerden aşağıya göllere indik. Merdivenler tahrip edilmişlerdi ve zaten oranın yapısına da hiç uygun değildiler.

Erzurum-Yedigöllerden sonraki durağımız 30 km güneydoğudaki İspir’di. 1218 rakımlı İspir hemen Çoruh nehrinin bitişiğindedir. Gezilecek görülecek oldukça fazla tarihi mekânlara sahip bu ilçede Bungalov evlerde kalacaktık.

İspir’den sonraki istikametimiz kuzeydoğudaki Sırakonaklar köyüydü. 31 Temmuz Perşembe sabahı İspir’den ayrılıp Hodeçur’a yani Sırakonaklara’a gidecektik. 1700-1800 rakımlı bir köydür ve Kavrun zirvesinin güneyindedir yani dağa yavaş yavaş güneyden yaklaşmaya başlayacaktık. Sırakonaklar tarihi kiliseyi de fotoğraflamayı umuyorduk. Bizim zirveye gidiş yolumuzdaki yakın duraklardan biridir Hodeçur.

Yüksek dağlara aşama aşama gidilir. Biz de bu köyden öncelikle Davalı yaylasına yürüyerek çıkacaktık. Eski bir Ermeni köyü olan Hodeçur’dan eşyalar katırla taşınmaktadır. Prensip olarak yüklerin katırlarla taşınmasına karşıyım ancak tur programı böyleydi ve yükler de omuzda taşınmaya göre minimalist bir mantıkla ayarlanmamıştılar! Yüklerin katırlarla taşınması elbette eski ve ilkel bir kültürdür, yani katırlar yük taşır diye bir şeyi biz insanlar icat ettik; atlara binilmesi de böyledir! Atlara binmeyi biz insanoğulları icat ettik; atların en güzel hali eyersiz özgür bir şekilde yaylalarda koşturmalarıdır, çünkü onların da bir hayatı var, onların yük taşımaları tamamen ilkel bir kültürdür, bizim kendi küçük çıkarlarımız için yarattığımız etik dışı bir uygulamadır! Bu arada bizim beklenti olarak katır beklememiz de isabetli olmayacaktı ve eşyalarımızı atlar taşıyacaklardı!

Davalı yaylasına Hodeçur yaylası da denmektedir. Hodeçur köyünden bir vadi kuzey batı istikametinde doğruca Davalı yaylaya gider. 2500 rakımlarda bir yayladır burası. Akan derelerin üzerinde harika taş köprüler vardır. Daha önce Çinçiva köyünün yaylasıymış; mahkeme kararıyla adı Davalı olarak değişmiş! İlk kampımız buraya kurulacaktı.

Ertesi gün yani 1 Ağustos Cuma günü Davalı yayladan hareket edilecek ve Soğanlı gölüne doğru yol alınacaktı. Bu yol yürüyerek yaklaşık 3 saatlik bir yoldur, yine bir vadiden yükselir. Davalı yayladan kuzeydoğuya yapılan bir çıkıştır bu. 3372 rakımdadır Soğanlı göl. Kampımızı göl kenarında kuracaktık; Kaçkarların en yüksek kampıdır burası. Burası zirve çıkışı öncesi son kamptı, ana kamptı; zirveye çıkıp yeniden buraya dönecektik ve gece orada kalacaktık. Bu gölün hemen kuzeyinde Deniz gölü vardır. 2 Ağustos Cumartesi zirve öncesi bu Deniz gölüne uğrayacaktık. İsteyenler 3400 metrelerden zirveye çıkacaktı. Zirve zorunluluğu yoktu. Zirve çıkışları genel olarak sabahın çok erken vakitlerinde 3.30’larda veya 4 gibi başlar, ancak biz 7 civarlarını hedeflemiştik. Zirveye çıkılıp yeniden kampa dönülecekti ve bir gece daha 3400 irtifalarda serinlerde yatacaktık.

Ve nihayet 5. gün yani 3 Ağustos Pazar günü Soğanlı göldeki kampımızdan batıya yönelecektik ve Kavrun Geçidi (Kavrun Aşıtı) denilen yere gidecektik. Trans Kaçkar günüydü bugün! 3250 rakımlardaki bir kapıdır bu ve biz bu kapıdan dağın kuzeyine geçecek, Kavrun vadisine inecek böylece etkinliğin Trans Kaçkar kısmı da gerçekleşmiş olacaktı. Geçidin ilk durağı 2865 rakımdaki Derebaşı gölüydü. Bu vadinin devamı Kavrun yaylasıdır; devamında Ayder Milli Parkı ve Ayder yaylası bulunur. Son pansiyonumuz burada olacaktı, Ayder yaylasında.

Ayder, Zil Kale’ye ve Fırtına vadisine uzak değildir ve buralar da etkinliğimize dâhildi. 6. gün olan 4 Ağustos Pazartesi günü programda Çat Vadisi, Konaklar Vadisi ve Zil Kale vardı. Fırtına deresinde rafting, Ayder’de kaplıca ve horon gibi aktiviteler de vardı. Bunlar içinde kaplıca bana oldukça cazip göründü! Bu bahsettiğim programda daha sonra bazı değişiklikler yapıldı. Çat Vadisi (Fırtına vadisi)-Zil Kale 30 Temmuz gününe yani turumuzun birinci gününe alındı ve öteki programlar birer gün sonraya kaydırıldı. Tur Trabzon’da başlayıp daha sonra değişik yerlerde bitecekti.

Böylece Kaçkarlar yazımın birinci bölümü olan teorik kısmı tamamlanmış oldu. Bu bölümü bir müzikle sonlandırıyorum; işin içinde dağlar varsa en güzel şarkılar İrlanda şarkılarıdır diyebiliriz. İşte adeta vadilerden akan bir müzik:

https://www.youtube.com/watch?v=Zu3VwANi674

Ve bir de bütün yolculuğumuz boyunca çalan bir şarkı: Marsis-Hopa Hemşin Enstrumental bir parça.

https://www.youtube.com/watch?v=p_pykI6N_Nc

Ve son kez yine araçlarda dinlediğimiz şarkılardan: Kaçkar’ın Başı Kardır; Erol Şahin.

Mehmet Murat ildan

http://mehmetmuratildan.hpage.com/

Read Full Post »