Bugün 2012 yılının 24 Haziran Pazar günü. Yeni yılda 175 gün geçmiş, sadece 190 gün kalmış, kısacası bu yıl da bitmiş gitmiş, tarihe karışmış! İşte öylesine hızlıdır zaman…
Bu hafta sonu Gökhan önderliğindeki “Ilgaz Kırkpınar Gölü Doğa Yürüyüşü” etkinliğine katıldım; o bölgede daha önce gitmediğim bir rotaydı burası. Birazdan ayrıntılı bir bilgi vereceğim. Öncesinde 24 Haziranın künyesine bir bakacağım.
Sene 1542’ydi, 16. Yüzyıldı; yine bir 24 Haziran günüydü, o gün de bugünkü gibi rüzgârlı mıydı bilmiyorum; İspanyol kâşif Francisco de Orellana bir nehir kıyısında yerlilerin saldırısına uğrar. Bu saldırıyı imparator V. Karl’a iletirken kadın savaşçılardan bahseder. Bunlara Amazon denmiştir; Yunan mitolojisinde Amazonlar kadın savaşçılardır. Bunların sol göğüsleri kesilmiştir ki daha rahat ok atabilsinler, tabii bu bilgiler de tartışmalı, yani kesin değil! 24 Haziranın künyesinde daha pek çok şeyler olmuş ama biz şimdi tarihçiliği bırakıp yeniden etkinliğimize dönelim.
Ilgaz, Pazar günü 33 derece ve az bulutlu görünüyordu; Ankara’ya göre daha yüksek irtifaya gideceğimizden dolayı sıcak pek sorun olmayacaktı ve hatta yükseklerde softshell-rüzgârlık giyilebilecek kadar serinlik vardı. Sağlam bir rüzgâr esiyordu, özellikle Emirgazi tepesinde insanı sallayacak kadar iyi esiyordu. Etkinliğin fotoğrafları aşağıdaki linkten görülebilir:
https://picasaweb.google.com/ildanmmi
Yürüyüşe başlayacağımız yer 1875 rakımlı Karayolları Ilgaz Bakımevi’ne yakın sayılırdı. Öncelikle Çankırı ve Kalecik üzerinden Ilgaz Milli Parkı’na gittik. Meşhur Ilgazdağı Geçidi’nden geçerek sola dönüp Doruk otelin orada indik. Geçidin olduğu yer aynı zamanda Kastamonu il sınırıdır da. Öncelikli hedef, güney batıya doğru ilerleyerek 2400 metrelik Emirgazi tepesine çıkmaktı ve daha sonra da Kırkpınar yaylasına ve bu yayladaki göl yakınlarına inmekti.
Yayladaki göl 1800 rakımlıdır. Eğer doğruysa bu gölü 40 pınar besliyormuş, ama ben bu 40 sayısını görünce genelde bu işin içinde bir atmasyon var diye düşünürüm hemen! Bence 40 rakamı da insan yaşamında 40 yaşın öneminden geliyor ve o yüzden sıkça kullanılıyor. Dinde de bu sayı çok kullanılır. Sayının kutsal olduğuna inanılır ki tam bir uydurma tabii ki! Sayı kutsal olur mu hiç? Sayı işte! Hıristiyanlıkta İsa 40 gün çölde kalmıştır, 39 değil, 41 değil, tam 40 gün! Nuh tufanında 40 gün 40 gece yağmur yağmış, Musa 10 Emri aldığı çölde 40 gün dolaşmış! Konumuza dönecek olursak, o gölü besleyen 40 tane pınar olmadığından az çok emin olabiliriz, yine de bilimsel yaklaşım bağlamında ya da günümüz hekimlerinin tıbbi tetkikler isterken hastaları korkutma çerçevesinde söyledikleri “bir şeyleri atlamamak için”tek tek saymak lazımdı pınarları! Bolpınar yaylası denirse sanırım daha pratik olur ve teknik açıdan hata yapılmamış olunur!
Kırkpınar yaylası ve bizim yürüdüğümüz bütün rota flora bakımından çok zengindi. Yabani Lale, Unutma Beni, Sarı Orkide, Çuha, Orman Gelincikleri ve daha onlarca çiçek vardı.
Batı Karadeniz’de 50 km uzunluğunda bir sıra dağ vardır ki ona Ilgaz dağları denir. En yüksek zirvesi 2587 rakımla Büyükhacat tepesidir. Ondan 41 metre daha küçük olanı Küçükhacat tepesidir; Doruk otelden bakınca kuzey doğudaki Küçükhacat zirvesi bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriliyordu. Büyükhacat ise hemen arkasında sanki bir suç işlemiş gibi gizlenmişti. Bu kardeş dağlara tırmanmak özellikle kışın pek güzeldir; dondurucu rüzgârları insana balaklava (Soyguncu/Kar maskesi) giydirir!
Yürüyüşe başladığımız otelin rakımı 1900’dü. İnişli çıkışlı bir yürüyüşümüz oldu. İrtifa kazanıp sonra yeniden kaybedip sonra yeniden irtifa kazanıyorduk. Bölgeye sanki bahar daha yeni yeni gelmişti; müthiş bir yeşillik vardı, her şey taptazeydi, kıştan önce bütün yaşam bütün canlılığını sergileyecekti, çünkü zaman kısaydı, zaman yoktu! Uzun zamandır gelmeyenlerden Esat hoca da yürüyüşteydi. Pınarları bol bir bölgeydi; elektrik hatlarının altındaki ağaçlar hat boyunca kesilmişlerdi ve bu hatlar oldukça uzun mesafelerdi. Bir ağaçta şöyle bir yazı gördük: “Kontrolsüz bölgeye çıktınız, arama kurtarmayı arayın!” Aşağıya da telefon numaraları verilmişti! Hani şu “Bel Fıtığı” telefonları bile memlekette böyle arama-kurtarma telefonlarından çok daha sık işaretlenmiştir!
Yolumuz üzerinde sıkça ODTÜ ormanında da gördüğüm Feromon Tuzakları’na rastladık. Feromon dediğimiz şey özellikle böceklerin cep telefonu gibi kullandıkları kimyasal kokulardır. Akıllı insanoğlu bu feromonları kullanır ve böcekleri tuzağa düşürür! Bunlar türe özgü olduğu için hangi böceği tuzağa düşürmek istiyorsan onun feromonunu tuzağa yerleştirirsin. Bu tuzaklar ilaçlar gibi çevreyi kirletmezler bildiğim kadarıyla ama bu meseleyi çok da incelemedim.
Yolumuz üzerinde sık sık geriye bakıyor ve Küçükhacat zirvesini izliyorduk. Nazım hoca her zamanki gibi güzel şiirlerle yürüyüşe “sanat boyutu” ekledi. Nazım Hikmet’ten Tahirle Zühre Meselesi ve Kadın isimli şiirleri okudu ve birkaç tane daha…
Uzaklarda ormanın yeşil bütünlüğü içinde küçük açık alanlar görülüyordu; bu minik orman yaylacıkları sanki ormanın nefes alan ağızları ya da yeşil gözleri gibi duruyorlardı. Yolumuz üstünde çoban köpeklerinin korudukları ufak işletmelere, tahta yalaklara rastlıyorduk. Etkinlikte çokça yiyecek ikramı oldu; Jak’ın Migros üzümleri ve Çiğköftesi epeyce ilgi gördü. Sanırım dağda 1 tane çiğköfte yemek de güzel bir tat katıyor yemek işine. Esat hocada ve Nazım hocada altimetreli saat vardı. Bodrum’da deniz seviyesinde sıfırı gösterdiğine göre Nazım hocadaki doğru ölçüm yapıyor olmalıydı.
Bir hayvan ağılına geldik. 1990 rakımlardaydık. İlerideki tepeyi sordum, ismi nedir diye; Eksik Çalı tepesi derlermiş oraya. Civarlarda Eksik köyü de olduğuna göre herhalde yerel halkın kullandığı isim buydu. Doruk otelden itibaren genellikle toprak yolu takip ediyorduk. Bir irtifa kaybından sonra 2000’lerin üzerine çıktık. Buralarda Botaş doğalgaz boru hattı döşenmişti ve her yerde Botaş demir direkleri vardı. Bu bölgeden itibaren Doğa Yürüyüşü Dağcılık tadında bir etkinliğe dönüştü. Rotanın bu bölümünü Esat hocanın deyimiyle “Tembel Yürüyüşü”yle tamamladık; yani “Belirli yavaş bir tempodur” bu; kalp ritmini bozmadan, nefes nefese kalmadan, sabırlı bir şekilde aynı kararlı tempoda çıkmaktır bu! Bir de burundan derin nefes alıp ağızdan sakince vermek de belirli bir ritim yakalamak için çok yararlıdır.
Yer yer Aladağları andıran görüntüler vardı; beyaz kalker (Kireçtaşı) kayaçlar heybetli duruyorlardı. Gökhan’ın Sarıçiçek pınarı olarak adlandırdığı bölgeye gidiyorduk, ana yemek molası orada verilecekti. Yer yer sık ardıçların aralarından, kayalara zorla tutunmuş salyangozların yanlarından, tezek ya da mayısların kıyılarından köşelerinden geçiyorduk.
Nihayet ana yemek molası yerine ulaştık. Büyük ve küçük sarıçiçeklerden oluşan hoş bir pınar yeriydi burası. Serin rüzgâr knot (nat) denilen hızını artırmıştı biraz. Burası 2174 rakımlı bir yerdi; kışın yaman rüzgârların estiği bir boğazdı besbelli. Ben, köfte, misket domates ve kalburabastı tatlısı getirmiştim. Tarçınlı ve ıspanaklı kekler ikram edildi ki çayla birlikte kek olayı yürüyüşlere gayet iyi gidiyor! Kek getirilmesi şiddetle tavsiye olunur! Erikler, kirazlar, tuzlu kekler derken ikramlar pek zengin, pek doyurucu oldu.
Yeniden yola koyulduk ve artık Emirgazi hedefine kilitlendik. İnişli çıkışlı bir sırt rotasıydı bu. Rüzgâr epeyce artmıştı; şapka uçurma aşamasındaydı. Sahte zirveleri geçip 2400’lük tepeye ulaştık. Biraz daha kuvvetli esse insanı yere devirebilecek kadar güçlenebilirdi rüzgâr! Rotada yer yer “ağaçsız ama yeşil” İrlanda dağları görünümü vardı; uzaklara bakınca otlar ülke bayrakları gibi dalgalanıyorlardı. Karın son kalıntıları da artık iyice siyahlaşmış bir şekilde erimeye devam ediyorlardı. Emirgazi’den Ilgaz ilçesi rahatlıkla görülebiliyordu. Aşağılarda 1450 rakımdaki Eksik köyü de seçilebiliyordu. Eksik köyünde neler eksikti bilmiyorum ama güzel bir ülke olmakla birlikte Türkiye de “Eksik” bir ülkeydi. Memlekette neler eksik derseniz, ne buraya ne de başka bir yere sığar sayarsak eğer eksikliklerimizi! Mesele eksikliklere sahip olmak değildir, çünkü her ülkede eksiklikler vardır; asıl mesele eksiklikleri akıl-bilim çerçevesinde hızla telafi etmek ve “tamlaşmaktır!”
Toplu fotoğraflardan sonra Kırkpınar gölüne doğru önce yatay geçişle ve sonra da yavaşça irtifa kaybederek (yavaşça düşerek) inişe geçtik. Yürüyüşün en maceralı kısmı da buradaydı; burası biraz dikçeydi; dikkat istiyordu. Zemin sertti; ot öbeklerine basmayınca dizleri yorabiliyordu; düşmesi kolayca bir yerdi. Böyle inişlerde batonları iyi kullanıp sadece inişe konsantre olmak faydalıdır!
Minibüs kaptanı bizi uzaktan görmüştü ama tam da nereye ineceğimizi kestiremediğinden bizim yönümüz saptıkça o da göle doğru yer değiştiriyordu. 2260 rakımlardan 1800’e inmek epeyce bir zaman aldı ve yürüyüşümüz burada sonlandı. Bu kısım biraz zorlayıcı olmakla beraber çok da faydalıydı. Dağ inişleri böyledir; böyle inişler insana tecrübe katar, kafasındaki çıtaları yükseltir. Zorluk yaşanmadan çıtalar yükselmez, aynı kalırlar. Hamuki (Hakan Murat Kibar) 2400’lere ilk kez çıktım dedi. Bu bir çıtadır; 3000’e çıkmak bir çıtadır; 4000’e çıkmak bir çıtadır. Bu çıtalar yükseldikçe değişik tecrübeler insanı zenginleştirirler ve insan her zorlukta bir şeyler öğrenir; kolayda bir şey öğrenemez, kolay, insana bir şey öğretmez!
Dönüşte araçta fotoğraflara bakıldı. Harun’un Samsung Galaxy S II cihazı gayet iyi fotoğraflar çekmişti. Ben bunu sürekli iphone olarak yazıyordum ama şimdi o yanlışı da düzeltmiş oldum! Bu pahalı oyuncaklara yüklenmiş Google Sky Map de güzel bir şey; Google Sky Map, hiçbir astronomi bilgisine sahip olmayanların da hangi yıldızın nerede bulunduğunu öğrenmesini sağlayan bir uygulama. Tabii koskoca Ay’ı gözle görürken ya da yerini ışığından tahmin ederken aletin Ay’ı bir süre bulamaması da gülüşmelere sebep oldu!
Bu güzel etkinlikte emeği geçenlere teşekkür ederek yazımı bir müzikle sonlandırıyorum: Alimallah!
http://www.youtube.com/watch?v=OrnvPx1OW2g
Ayrıca yarın yani 25 Haziran da Kazım Koyuncu’nun ölüm yıldönümü. Ondan da bir şarkıyı aşağıya aktarıyorum:
http://www.youtube.com/watch?v=C-sw3ecIDfY
Mehmet Murat ildan