Gregoryen takvimin 296.
günü. Yeni yılın bitimine sadece 69 gün kaldı. Bugün, yani 23 Ekim Pazar günü, Gökhan önderliğindeki Çanlı Deresi Yürüyüşü’ne katıldım. Yürüyüşün
ayrıntılarından önce geçmişin ayrıntılarına bir bakacağım.
M.Ö. 42 yıllının Ekim
ayı bu zamanlarında Marcus Brutus
ölmüş. Shakespeare’in Julius Caesar’ını okuyanlar Brutus’u hayali olarak iyi tanırlar; Sezar’ı öldürenlerden biridir o. Meşhur
söz şöyledir: Et tu, Brute? Sende mi Brutus? Bu meşhur karakteri
hatırladıktan sonra yürüyüşe yeniden döneyim.
Bugün katılımcı sayısı
30’du; sağlam bir kalabalık vardı yani. Kırköy
kanyonu deresi ya da Çanlı deresi denen yerde yürüdük; bu derenin başka
isimleri de mevcut. Fotoğraf makinemin şarj aletini bulamadığımdan dolayı
elimde hiç fotoğraf yok. Gökhan ve Gülşen kendi makinelerini bana verdiler
ama herhalde muhafazakâr biriyim ki alıştığım makinenin dışındaki makinelerle çekmek
istemedim, çekseydim onlara da haksızlık olacaktı! Yazımın başındaki fotoğraf
da Jak Den’e aittir; “büyük”
yürüyüşçü “küçük” Umay’ın fotoğrafı!
Mevlana’daki
çorba faslından sonra Kırköy yol
ayrımına gitmek üzere Ankara
istikametine geri döndük. Eski ismi Karaköy
olan bu köyün yakınlarındaki gölete bakan bir yerde inerek yürüyüşe başladık. Tülay’ın kızı Umay da bugünkü etkinlikteydi ve yürüyüşün ilgi odağı oldu. Güzel
bir isim Umay. Çocukları ve hayvanları
koruduğuna inanılan bu Tanrıça ismi Orhun yazıtlarında geçer.
Güneşli, güzel bir
gündü; ormandaki kadar olmasa da epeyce taze bir hava vardı. Kışlık pantolon
giymiştim ama hiç gerek yokmuş; Neslihan’ınki
gibi ince bir pantolon yeterliymiş. 100. Yıl göletindeki yansımaları izleyerek
oradan uzaklaştık ve bozkırda tırmanışa geçtik. Tepeye çıkıp Kırköyü izledik. İlk hedefimiz
kuzeydoğudaki Koçaklar mahallesiydi. Burada Cafer
beyle buluşacaktık; Cafer Koçak. Umay, çekirge gibi zıplayarak hızla
çıkıyordu yukarılara; doğada bulunmaktan keyif alıyordu ki bu çok önemli bir
noktaydı; insan keyif aldığı bir işte daha zor yorulur!
Felaket
Henry’den de bahsetmeden geçemeyeceğim. Umay’ın otobüste okuduğu kitaplardan biriydi bu. Felaket Henry, okuldan nefret eden
tembel bir karakterdir. Öğretmenini sevmez, sebzeleri sevmez! İlginç bir
karakterdir kısacası!
Yol boyunca çok sayıda
kuşburnu vardı; bazıları lokum gibi olmuşlardı. Buralara gelip bunları toplamak
ve marmelat yapmak gerek! Ayrıca çok sayıda alıç ağacına da rastladık ve
elbette meyvelerini keyifle yedik. Bir kocakarıya rastladık; daha doğrusu bir karı
kocaya ve bir de eşeklerine! Herkes selamlaştı ve yollar ayrıldı. Koçaklar mahallesi uzaklardan göründü.
Nihayet “Felaket Cafer”
karakterine rastladık! “Felaket”i olumlu anlamda kullanıyorum burada! 1926
doğumlu olan Cafer beyin ya da Cafer ağanın ilginç özellikleri vardı ki
bunlardan biri sirklerde gördüğümüz uzun tahta bacaklar üzerinde rahatça
yürüyebilmesiydi. Jonglörlükten anlıyordu; güreşmeyi de seviyordu; 7 çocuğu
varmış ve 21 torunu ve onların da çocukları! Ankara’daki Sitelerin kuruluşunda da görev almış. Evinin etrafı
elma ve armut ağaçlarıyla çevriliydi; aşağıda sular akıyordu ve canlı alabalık
üretiliyordu. Burada elma-armutlar yendikten sonra sararmış yaprakların
arasından süzülerek, yerdeki çürümüş yaprakları ezip bağırtarak asıl rotamıza
doğru yol aldık.
Yönümüz yavaştan Batı’ya
dönmüştü. Sonu Kızılcahamam’a kadar
uzanacak olan sakin, huzurlu, yer yer şelalecikli, yosunlu, nane kokulu vadiye girmiştik. Rota
keyifli bir hale gelmişti; darlaşan, tünelleşen bir vadi, güneşin bazen
girmekte zorlandığı oyuklar, yarıklar yürüyüşe heyecan kattılar. Dikenler bazen
elbiselerimizi tutup bırakmadılar. Yarım saatlik yemek molasından sonra “Buddy-sistemi”ne
geçildi. Herkes “buddy”si ile birlikte yürüyecek ve yardımlaşacaktı. Yer yer 2
metre yüksekliklerden inildi; mağaramsı yerlerden geçildi; koca kayaların
üzerinden kayaya oturulup aşağıya kayıldı. Aynı derenin bir sağında bir solundaydık;
derenin başı döndü! Jak, bu anları
fotoğrafladı. Güneş vadide batmıştı ama yeniden doğdu; herkes hüzünle karışık sevindi,
çünkü artık vadi bitmişti.
Mevlana’da yemek molası verdik. Van’da deprem olmuş. Bu trajediden bahsedeyim
mi bahsetmeyeyim mi? Deprem olmuş! Şaşırmadım. İnsanlar ölmüş! Şaşırmadım! Şaşıran var mı? Varsa o kişi aptaldır! Türkiye’de
ve dünyada her zaman deprem olacak ve bu ciddiyetsizlik ve bu laubalilikle yine
insanlar ölecekler. Deprem olan yerlerde yetkililere isyan edilmeyecek. Her
millet cehaletinin her bir gramının bedelini ödeyecektir, bundan kaçamaz!
Yüzünü aydınlığa dönmeyen, sırtını bilime değil boş inançlara dayayan, evrenin
yasalarını ve kurallarını anlamamış, kâinatın kaotik yapısından bihaber bütün
milletler bu cahilliklerinin bedelini ne yazık ki bazen hayatlarıyla çoğu kez
de kötü bir yaşam yaşayarak ödeyeceklerdir. Bütün sorunların çözümü aklın
yükselişindedir, bilime sarılmaktadır! Binayı sağlam yapmak bilimdir; çürük
yapmak ahmaklık ve ahlaksızlıktır ve suçtur! Yapan suçludur; yapılmasına izin
veren suçludur!
Gökhan
güzel bir rota seçmişti; keyifli bir yürüyüş oldu. Yürüyüşte emeği geçenleri
kutluyorum ve yazımı Qara Jorga
isimli bir Kazak dans müziğiyle bitiriyorum. Qara Jorga, rahvan yürüyüş yapan siyah at demektir:
http://www.youtube.com/watch?v=MzDorXpuFvs
Mehmet
Murat ildan
Ellerine saglık Murat, yazın cok etkileyici olmuş 🙂 gk
Teşekkürler, dostum! Havada, karada ve suda görüşmek üzere 🙂
[…] https://mehmetmuratildan.wordpress.com/2011/10/23/canli-deresi-yuruyusu/ […]
Teşekkür ederim, ellerine saglık .Görüsmek üzere Umayın annesi D)
Rica ederim! Umay’a da selamlar 🙂
Murat, geç te olsa …… teşekkürler !! Jak
Sağol Jak, fotoğraflar için ben teşekkür ederim! Dağlarda görüşmek üzere! 🙂