Feeds:
Posts
Comments

Posts Tagged ‘gerede’

004

Bugün 2015 yılının 28 Haziran Pazar günü. Zaman zaman olduğu gibi ani bir kararla ve 10 dakikalık bir ön araştırmayla Safranbolu Tokatlı Kanyonu’na bir keşif gezisi yapmaya karar verdik ve sabah 11.30’da yola çıktık. Birazdan bu etkinliğin kısa bir hikâyesini anlatacağım ve değerli okuyucuya kanyona ve mağaraya dair bir ön bilgi vereceğim. Mutlaka görülmesi gereken bir yer olduğunu belirterek yazıma 28 Haziran tarihinin geçmişiyle başlıyorum.

28 Haziran günü önemli bir filozofun doğum günüdür: Üstat Jean Jacques Rousseau. Fransız Devrimi’ni de etkilemiş sarsıcı bir isim! Üstat ilginç biriydi. Bir keresinde şöyle demiştir: “Ben yalnızca yürürken düşünebilirim. Durduğumda düşüncelerim de durur; benim kafam bacaklarımla hareket eder.” Onun şu güzel sözlerini de hatırlamakta yarar var: “Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip ‘bu benimdir’ diyen ve ona inanacak denli saf başkalarını bulan ilk insan, uygar toplumun gerçek kurucusu oldu. Kazıkları sökerek ya da hendeği doldurarak başkalarına, ‘Bu düzenbazı dinlemeye son verin, meyvelerin herkese ait olduğunu ve toprağın hiç kimseye ait olmadığını unutursanız bittiniz demektir’ diye bağıracak biri, insan soyunu hangi suçlardan, savaşlardan, cinayetlerden, sefilliklerden ve dehşetlerden kurtarırdı!” Onu şu meşhur sözüyle yazıma resmi olarak başlayacağım şimdi: “Devlet büyüdükçe, özgürlük de o oranda küçülür.” Güzel söylemiştir üstat. Devlet dediğimiz aygıt halkın örgütlenmiş biçimidir ama halkın kendisi olduğunu unutup kendi kendine bir varlık olur ve sorun orada başlar; halkın çocuğudur, ondan doğmuştur ama ana babasına kötü davranmaya onu sömürmeye, onun özgürlüklerini kısıtlamaya, onun parasını çalmaya başlar. Sıklıkla kullanırız ‘Devletin Parası’ kavramını ki böyle bir şey de yoktur, sadece ‘Halkın Parası’ vardır! O yüzden halk, kendi parasının her bir kuruşunun hesabını sormak durumundadır! Onu sormayan halka da en hafifinden enayi derler; soran halk ise ahlaki değerlere ve adalet duygusuna sahip akıllı, onurlu bir halk demektir! Bu evrensel konu üzerinde bütün toplumların düşünmesi ve devlet dediğimiz bu aygıta bu özgürlük meselesini demokratik yollardan hatırlatmaları gerekir.

Yağmurlu bir Haziran geçirdik. Eğer Temmuz-Ağustos ayında da bu yağmurlu durum devam ederse iklim değişimi olayına önemli bir kanıt teşkil edebilir bu durum, çünkü özellikle Ankara Temmuzda oldukça yağmursuz geçer!

Yağmurlar yağıyor ama memleketteki kirlilikler de temizlenmiyor; zaman zaman yazılarımda memleket ne âlemde diye soru soruyorum, yanıt hep aynı: Memleket aynı! Aynı aptallıkların içinde battıkça batıyor, çünkü aynı tarz aptal ve yetersiz aktörlerin çevirdikleri trajikomik bir film olduğundan doğruyu, güzeli, sanatı, kaliteyi, gerçek gelişmeyi, yükselmeyi, ahlakı yakalayamıyoruz! Çürümüş toplumların tek bir kurtuluşu vardır: Tam çürüyüp topraktan yeniden doğmak! Tam çürümenin en iyi yanı budur, artık ötesi yoktur, en dibe vurulmuştur ve tek yön yeniden diriliş ve yükseliş kalmıştır!

Etkinliğin fotoğrafları aşağıdaki linkten görülebilir:

https://picasaweb.google.com/103700556243469155685/SafranboluTokatlCanyonBulakMencilisCave235KmFromAnkara

Saat 11.30’da Ankara’dan yola çıktık. Serince bir hava vardı öyle ki Cankurtaran’da 1580 rakımdan geçerken aracın termometresinde 13 derece yazıyordu! Otobandan doğruca Gerede yakınlarına geçtik ve Gerede’ye uğramadan Karabük yoluna saptık. Karabük’le Safranbolu birleşmişler ve Ankara’dan yaklaşık 230 kilometre. Özel araçla 2 saatte varılabiliyor ve yol son derece düzgün, akıcı bir yol. Ankaralı gezginlerin rahatlıkla gelebilecekleri bir güzergâhtır burası.

Karabük’ün bir ilçesi olan Eskipazar’dan geçerken gözümüze her zaman o meşhur levha takılıyor: Hadrianapolis Antik Kenti, kazıların daha doğru dürüst yapılmadığı şansız bir antik kent! Burası Eskipazar’dan sadece 3 km içeride ancak olayı her zaman dönüşte uğrarıza bıraktığımız için zaman kalmıyor gezmeye. Bir gün buraya özellikle gidilecek ve gezilecek, notumu düşüyorum tarihe! Karabük yakınlarından geçerken meşhur Kardemir ve onun kirli havası görülür. Temeli Atatürk’ün talimatıyla atılmış bu devasa demir-çelik işletmesi civarında yoğun bir kirlilik vardır; ülke ekonomisi için önemli bir kuruluştur.

Paflagonya bölgesindeki Safranbolu’ya girdiğimizde saatler henüz 14 olmamıştı. Safranbolu’nun merkezinde yol ikiye ayrılır. Sağdaki yol Fethi Toker Güzel Sanatlar Fakültesinin önünden eski Safranbolu’ya yani Eski Çarşıya soldaki yol da İncekaya köyüne gider ki biz sola saptık. Eski adıyla Gayza köyünde bir antik su kemeri vardır ve bizim hedefimizdeki yerlerden biridir orası.

Safranbolu’dan 8 km kadar sonra İncekaya köyü muhtarlığına ait otoparka gelinir. Otomobiller için 2 TL’lik bir park ücreti vardır. İncekaya köyü 660 rakımdadır ve otopark 70 metre daha aşağıdadır. Meşhur Kristal Teras da buradadır! Yerden 80 metre yüksekliğe inşa edilmiş olan bu Cam Seyir Terası epeyce bir turist çekmektedir. Roketatar mermisiyle de kırılmayacağı söylenen bir cama sahiptir ki ben bu bilgilere pek de itibar edilmemesinden yanayım! Çünkü iddialı sözlerin ardında genellikle ya abartı ya da palavra yatar! Eğer bilimsel olarak bu söylenen şey denenmişse, camlar öyle test edilmişlerse o zaman bu roketatar ifadesi kullanılabilir!

100 metrekarelik bu teras Tokatlı Kanyonu’nun harika bir manzarasını bize sunar. Kristal Teras’a giriş 3 liradır. Girişte galoş giyin der ama galoş yoktur, tükenmiştir. Ayakkabılar camları kirlettiği için camın üzerinde tam da o korkutucu psikolojik durum yaşanmaz, çünkü önemli olan aşağıdaki uçurumun net olarak görülmesidir yürürken! O yüzden ya galoş kullanılacak ya da camlar sürekli silinecek; sadece üstünün değil altının da silinmesi gerekmekte. Altının silinmesi için özel bir düzenek var mıydı ona dikkat etmedim. Kare kare şeklindeki bu camların her biri 750 kg taşıyabiliyormuş. Uç noktasında sallantı rahat bir şekilde hissedilebilmekte.

Her şeyi abartmakta yaman olan yurdum insanı bu seyir terası için bir cesaret testidir demekteyse de gerçekle pek bir ilgisi yoktur. Teras 1 ayda inşa edilmiş. Bununla övünülür ama önemli olan ne kadar sürede yapıldığı değil ne kadar sağlam olduğu ve ne kadar süre dayanacağıdır, ölçüt budur yani! Bir akşam vakti de burayı görmek gerekiyor çünkü terasın akşam aydınlatması var ve görünümün muhteşem olması ihtimali yüksektir. Bildiğim kadarıyla Türkiye’de başka bir cam teras yok. Oysa cam teras yapılabilecek önemli yerlerimiz var, Valla Kanyonuna da yapılması turistik açıdan akıllıca olur, çünkü orada 80 değil en az 500 metrelik uçurum olan yerler mevcuttur.

Terasta manzara mükemmeldir. Karşıda akan bir şelalenin sesleri bütün vadide yankılanır. Bitki örtüsü çok yoğundur. Flora (Bitki varlığı), fauna (Hayvan varlığı) çok zengindir. Terasın kafesi de vardır, çay içmek için güzel bir mekândır. Yukarıdan baktığınızda Tokatlı kanyonuna inen tahta merdivenleri görürsünüz. Buraya mutlaka inmek gerek. Aşağıya inmeden yaklaşık olarak 200 metre yürünürse meşhur İncekaya Su Kemerinin enfes görüntüsüyle karşılaşılır. Tam bir antik tablo görünümü vardır burada. 6 kemerli bu harika kemer 116 metre uzunluğundadır ve 30 metre yüksekliğindedir; genişliği ise 1 ile 2 metre arasındadır. Sadrazam İzzet Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır bu kemer. Zaman sorunumuz olduğundan kemerin yakınlarına kadar yürümedik. Esasen kanyona inip kemerin altına kadar yürümek gerekir. Eskiden kemerin üstüne çıkılabilmekteymiş ancak güvenlik sebebiyle bu durum yasaklanmış çünkü kenarlarında korkuluklar yok, yine de giriş kapalı mıdır bakmadım. Bir şey yasak olunca oraya ilgi de artar; kışın kar yağdığında bile o kemerden karşıya geçip bunu videoya dökenler de var:

https://www.youtube.com/watch?v=N5IZkXvduDY

Kemerlerin fazla olması yapının rüzgâra karşı direncini de artırmaktadır. Bu kemer daha önce Bizans döneminde yapılmış sonra da restore mi edilmiş bu konuyu araştırmadım ama değerli okuyucu bunu merak bağlamında inceleyebilir. Çünkü eğer daha önce Bizans zamanında yapılmışsa Sadrazam İzzet Mehmet Paşa’yı andığımız gibi ilk yapanları da anmak gerekir, daha etik olur!

Kanyona iniş yolu pek güzeldir. Tahtadan sandalyeler yapılmıştır aşağıdan çıkanlar için. Gerideki dağlar sislerle birlikte pek bir gizemli hava yaratırlar. Her yer kuş sesleriyle doludur; özellikle sabah buraya gelmek gerekir. Kanyona iniş 2 liradır. Tahta köprülerle doludur kanyon. Tokatlı (Gümüş), Akçasu ve Bulak dereleri bu kanyonları oluşturan unsurlardır. Bu dereler başka derelerle birleşip Karadeniz’e kadar giderler.

Yol boyunca kertenkelelere, ağaç mantarlarına ve çok sayıda kelebeğe rastlanır. Ortalık salyangozlarla da doludur. Küçük mağaralara giden küçük tahta merdivenler vardır. Her yerde minik şelalelerin sesleri duyulur; küçük göletlerde balıklar vardır. Cins kuşlar sağda solda sıkça görülürler. Göletlerin yansımalarında devasa ve eski ağaçlar görülür; göletlerin ağızlarından çeşme gibi sular akar. Ağaçlara salıncaklar asılmıştır. Kaya sarmaşıkları ve yosunlar her yeri kaplamışlardır.

Aşağıdan bakıldığında Cam Teras görkemli bir şekilde durmaktadır. Kanyonda at gezinti yeri de vardır. “Atlarımız Eyitimlidir” diye yazmışlardır burada! 10 liraya at turu yapılır ama pazarlıkla 5 liraya da inerler diye düşünmekteyim. Biz oradayken at durması gereken yerde durmamıştı ve sahibi de müşteriyi attan indirip atın eğitimini tamamlamaya çalıştı! Ata binmenin yanlış bir kültür olduğunu pek çok sözümde belirttim o yüzden burada tekrar etmeyeceğim! At pek sevimliydi ama üzgün de bir hali vardı, kendi hayatını yaşayabilecekken insanlara hizmet ettiği için mutsuz olması normaldi!

Kanyon içinde 1 km kadar daha yürüdük, çok çamur vardı, sağlam bir yağmur yağmıştı. Aracımız tepede olduğundan yürüyerek Eski Çarşı’ya gitmedik ama burada yapılması gereken budur, 2 km kadar daha gidip çarşıya inmek ve çarşıyı gezmek. Hatta Eski Çarşıdan yürüyerek tersten bu kanyona gelmek de alternatif olabilir.

Henüz keşif yapmadım ama Safranbolu Danaköy’e gitmek ve oradan da kanyon boyunca ya da kanyon içinde yürüyerek önce Su Kemerine gelmek oradan da Cam Terasa çıkıp-inip Eski Çarşıya gitmek pek güzel bir rota olur. Danaköy ya da Aşağı Danaköy kanyonun da başlangıç yeridir zaten. Eğer kanyonun içinde bir patika varsa bu yolun enfes olduğunu söyleyebilirim. 6 km kadarlık bir yoldur bu. Burayı mutlaka incelemek gerek. Ankara’dan ulaşım da otobüslerle bile 2,5 – 3 saatte mümkündür, yol temizdir.

Kanyondan sonraki durağımız Mencilis Mağarasıydı. İncekaya köyünün güneybatısında kalır bu mağara. Safranbolu’ya dönerken levhaları takip edip Alemdar caddesi üzerinden güzel bir orman yolundan 800 rakımlı mağaraya gelinir. Cam Terastan burası 8 km kadardır, yakındır yani. Mağaranın bulunduğu dar vadi de tam bir keşif bölgesidir!

Bulak Mencilis Mağarası 3 milyon yıllık bir mağara. Sümela Manastırına çıkıyormuş gibi taş merdivenli bir çıkışı vardır. Ücret tam 4 liradır, öğrenci daha ucuzudur. 400 metresi gezilebilmektedir. Yüzyıllar önce insanlar buraya korunma amacıyla sığınmışlar. Mağaranın aktif bölümüne giriş yasaktır. Burada 15 metrelik bir şelale varmış. Bu su 540 rakımdaki Bulak köyüne kadar ulaşabilmektedir. Safranbolu Eski Çarşı denen yerden minibüsler de mağaraya yolcu taşımaktadırlar.

Zirvesi 1500’lerden daha fazla olan Gayüzü dağının altındadır bu mağara. Sarkıt ve dikitlerin dünyasına demir bir kapıdan girilir ve sabit-serin bir serinlikte 400 metre ilginç bir sessizlik içinde gidilir. Toplam uzunluğu 6 kilometreden fazladır bu mağaranın. Girişten 281 metre kadar yüksekliğe kadar çıkar. Çok katlı bir mağaradır. Gizemi yaşamak için, karanlığı yaşamak için burayı ziyaret etmek gerekir. İçeride Sufi müziği tarzı bir müzik çalmaktadır. Daha birkaç yıldır ziyarete açılmış bir mağaradır. Türkiye’nin 4. Büyük mağarasının ön keşfi de tamamlanmış oldu böylece. Ankara’ya dönüş yolunda kömürde mısır kaynatan esnafı da unutmamak ve durup süt mısırlardan yemek geziyi tamamlayacaktır!

Yazımı bir Karadeniz müziğiyle sonlandırıyorum:

https://www.youtube.com/watch?v=ThBSxvCXksM

Mehmet Murat ildan

https://www.facebook.com/mehmetmuratildan.quotations

Read Full Post »

038

2014 yılının son ayına girmek üzereyiz; aslında bütün yılların son aylarına girmek üzereyiz, işte öyle hızlıdır zaman denen bu meret! İşte o yüzden zaman diye bir şey yoktur dersek pek de yanlış olmaz! Şimdi vardır, şimdi yoktur; görünür ve yok olur!

Bu haftaki etkinliğimi Ergün Erdem hocanın Yeni Rota grubuyla yaptım. Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi Bolu bölgesini, o coğrafyanın doğal güzelliklerini Pazar günü en çok ziyaret eden gruptur Yeni Rota. Cumartesi günleri de yine sıklıkla bu bölgeye daha hafif bir yürüyüş içeren (ama rotaya göre 15 km’yi de bulabilen) güzel fotoğraf gezileri de düzenlemektedir.

https://www.facebook.com/yenirota?fref=ts

http://yenirota.com/gezi.html

Bugün 30 Kasım, yılın 335. günü. Bugün aynı zamanda üstat Oscar Wild’ın ölüm yıldönümü. Tam 114 yıl önce üstat Paris’te yaşamını yitirmişti. Şimdi ondan birkaç sözle yazıma resmi olarak başlayacağım: “Akıp giden bir bataklığın içindeyiz hepimiz ama yıldızlara bakıyor bazılarımız.” Bu önemli bir sözdür; hepimiz aynı bataklıktayız, fakat yıldızlara bakanın bir avantajı vardır, çünkü orada gördüğü güzelliklere ulaşma hırsına sahiptir yıldıza bakanlar! Bir kurbağa bile çamura değil de yıldızlara bakıyorsa öteki kurbağalardan farklı hale gelir muhakkak! Ve üstat yine şu güzel sözü söylemiştir: “Eğer bir insan bir kitabı okuduktan sonra onu tekrar okumaktan zevk almıyorsa, o kitabı okumuş olmasının bile hiçbir değeri yoktur.” Son bir söz daha vereyim ondan: “Herkes benim düşünceme katılırsa yanılmış olmaktan korkarım.”

Etkinliğin fotoğrafları aşağıdaki linkten görülebilir:

https://picasaweb.google.com/103700556243469155685/YeniRotaKorogluDagTransNewRouteKorogluMountainsTransBoluTurkey#

Bugünkü “Yeni” rotamız bir trans rotasıydı. Yarın için Bolu hava durumu AccuWeather.com sitesinde 6 derece yağmurlu görünüyordu; Dörtdivan bir iki derece daha düşüktü, 4 civarları; yürüyüş yaptığımız yerlerin yüksek irtifasında eksileri görecektik.

Köroğlu Dağlarının en yüksek tepesi Köroğlu Tepesi’dir ve 2400 metredir. Kışın her dağ ekstradan ciddi olduğu için Köroğlu da bir istisna olmadı. Bugün sabah 11 civarlarında yürüyüşe başladık. Yağmur vardı, yükseldikçe sulu kara dönüştü ve daha yüksek irtifalarda, 2200’lerde ciddi kar yağmaktaydı. Aşağıda yağan ince yağmur yukarıda ince tipi şeklindeydi ve yüze çarpınca kuvvetli rüzgârla birlikte yüzü acıtıyordu ya da pozitif düşünceyle söylemek gerekirse yüze masaj yapıyordu! Yanağımıza çarpıp yüzümüzden sekerek yere düşüyorlardı, tıpkı bir oyun gibiydi!

Bölgeye değişik yerlerden ulaşılabilmektedir: Eski yoldan Kızılcahamam üzerinden Gerede’ye gelmeden Kartalkaya yazan yere dönülür. Oradan da Dörtdivan’a gelinir. Dörtdivan oldukça sessizdi, yağmurdan dolayı insanların çoğu evlerindeydiler, muhtemelen dizi seyrediyorlardı! Toplumumuz bir dizi ve haber toplumu olmuş, bilgiden eser yok! Bilgi toplumu olmadan, yüz yıl geçse bile gelişmiş bir ülke olamayız; “az gelişmiş” ya da onun kibarca söylenmiş hali olan “gelişmekte olan ülke” konumunda durağan bir biçimde kalırız!

Dörtdivan’dan sonra Dülger, Çalköy, Cemaller, Yağbaşlar ve Tekkedere’ye gidilir. Biz bu son köyün yaylasına yakın bir yerlerde, 1650 rakımlarda inip buradan Tembel yaylasına gidecektik. 1300 rakımlı Tekkedere’yi geçerek Dörtdivan Kartalkaya yolundan ilerledik ve ileride sola saparak yükseldik. Araçtan indiğimiz yer 1650 rakımlardaydı. Hemen karşımızda Tekkeköy yaylasının ahşap evleri karlarla yeşillerin karışımı bir ortamda hoş bir şekilde duruyorlardı. Hava tertemizdi. Şehirlerden her fırsatta kaçmak gerek! Araçtan 10.53’te indik; kaptan Apo’ya iyi dinlenmeler diledik. Grup oldukça kalabalıktı, 2 araçla gelinmişti.

Akşam araca dönüş saatimiz olan 19.03’e dek hiç durmadan yağmur ve onun üst model versiyonları olan sulu kar, kar, tipi vs. aralıksız yağdı. Önce kuruyduk, sonra ıslandık, yaş olduk! Pahalı malzemeler de ancak bir dereceye kadar kuru tutabildi bizi!

İlk temel hedefimiz 2000 metrelerdeki Tembel yaylasıydı. 2053 rakımlı Tembel tepe de oradaydı. Koray hocanın saati 1595 rakım gösteriyordu. Sabah 11’de yürüyüş başladı. ADKK gibi değişik gruplardan tanıdığım tecrübeli, yıllardır yürüyen yürüyüşçüler de vardı.

Tembel yaylasına gelmek için Çalışkan olmak gerekiyordu, yani hızlı ulaşmalıydık oraya çünkü kışın erken kararan havayı dikkate almalıydık. Tembel yayladan sonra sırta uzanıp oradan da Köroğlu zirve yapacaktık. Zirve sonrası ise güney batıda duran derin vadiye inişe geçecektik. Bu vadi doğrudan Çökeler köyüne iner. Bu vadiye inmek önemlidir çünkü o vadide orman yolu vardır. Orman yoluna girdiniz mi artık karanlık da olsa kafa lambanızla daha rahat ilerlersiniz, 3 saat bile kalsa aracınıza fark etmez, yürürsünüz güzel orman yolunda. Kafa lambası kullanmadan, gözü alıştırarak yürümek ise daha doğru olur.

Zirvenin Güney doğusunda da derince bir vadi vardır orası da sizi Kıbrısçık’a götürür. Biz bugün toplam olarak 24 km civarında karlı bir yürüyüş bekliyorduk ki yaklaşık 24-25 km civarında yürüdük. Planımız buydu; dağın kuzey batısından güney batısına trans yapacaktık. Fakat ciddi hava muhalefeti nedeniyle zirveyi pas geçtik. Tembel yayladan sırta çıktık; yatay geçiş yapıp boğaza geldik. 2200 metrelerdeydik ve halen 200 metrelik bir çıkış vardı; tipiye, şiddetli rüzgâra rağmen zirveyi zorlasak hava henüz zirvedeyken kararacaktı ve Ergün hoca doğru bir kararla zirveyi pas geçti. Çünkü zirve hep orada; oraya her zaman gidilip zirve yapılabilirdi!

Zirveyi pas geçince, zirveden aşağıya ineceğimiz vadi yerine bir yukarıdaki vadiye indik. Yol biraz daha uzadı ama orman yoluydu ve inişti; 19 gibi yürüyüşü tamamlamıştık. Ben o yolu 2011 yılı DASK Anadolu Dağ Maratonu kampından hatırladım; güzel bir yoldu, yürünmeye değer bir yoldu.

Yürüyüşün başlarında Tanzanyalı İsa ile yine Tanzanya üzerine epey sohbet ettik. Şimdilerde oradaki 35 derecelik sıcakları andık. Pançosu rüzgârda uçtuğu için ve şapkası da uygun olduğu için bir fotoğrafta İsa Johnston McCulley’in hayali kahramanı Zorro’ya benzetildi, gerçek ve adalet için mücadele eden El Zorro! O artık yarı Türk yarı Tanzanyalı; hem bizi tanıyor, hem orayı, 2 kültürü de biliyor o yüzden bu onu daha bilge yapmış!

Malzemelerimizi yeniden gözden geçirmemize vesile olacak zorluca ama keyiflice bir yürüyüş oldu. Uzun süredir yağan yağmurdan dolayı orman yolları bile dere olmuştu. Sular tertemiz, pırıl pırıldı. Donmuş sarkıtlara rastlıyorduk. Kar miktarında artışlar başlamıştı. Demir Tepenin doğusundan ilerledik. Uzaklarda Kıbrısçık Deveören yaylasını (Ardalan yaylasını) gördük. Vahşi doğada mütevazı medeniyet görmek yine de sevindirici olabiliyordu! Kartalkaya da Ardalan yaylasının kuzey batısındaydı ama sisten görünmüyordu. Ardalan’ın hemen arkasındaki 2223’lik Resuldede zirvesi de görünmüyordu. Tembel’e doğru yol alıyorduk.

Reha hoca her zamanki gibi elinde telsiz önden ok gibi fırlayıp gitmişti. Yol ayrımlarına gelince telsizle Ergün hocayı arayıp rota soruyor sonra da gelenler tereddütte kalmasınlar diye gittiği yöne taş babaları koyuyordu. Tabii üst üste dizilmiş ve başka yönü gösteren öteki taş babaları varsa onları da yıkmak lazımdı! Araçta Reha hoca benim de sıklıkla yaptığım bir şeyi yapıyordu, mesela yağmur artıyorsa yağmurluğunu koyup pançoyu çıkarıyor veya tozluğu takıyor, kısacası araç durduğunda yürüyüşe hemen hazır konumda olmak istiyordu. Su takviyesi de yapıyordu.

2000 metrelerdeki Tembel yaylaya varmıştık. Ağaç mantarları görmüş, kuş seslerini dinlemiştik. Hava sertleşmişti. Elleri ıslananlar tekrar eldivenleri giymekte çok zorlandılar. Ben de ince ipek iç eldiven almamıştım ve her fotoğraf çekişte elim ıslandı sonra eldivene girmez oldu, eldiven devre dışı kaldı gibi oldu, parmakları sokmadan sadece elimi yumruk yapıp eldivene sokuyordum! Decathlon’dan aldığım el ısıtıcısı sol elimde başarılı olmuştu ancak sağ elimdekini ıslatınca ısı vermez oldu! Bunlar hepsi değerli tecrübelerdir; el ısıtıcıları kuru olmalıdır!

Kural 1: Ya elini ıslatmayacaksın, el ısıtıcıyı da eldivene atıp keyif yapacaksın ya da ince iç eldiven giyeceksin ya da eldiveni unuttuysan Ergün hocanın önerdiği metodu kullanıp elini koltuk altında, göğsünde ısıtacaksın! Kural 2: Kış yürüyüşlerine varsa 2 tane su geçirmez eldiven getirmek güzel olur, size lazım olmasa bile eli üşüyen birine verirsiniz. Kural 3: Yine bildiğimiz bir kuraldır bu; yağışlı yürüyüşlerde çantadaki her şeyi poşetlemek lazım ki sanırım Reha hoca öyle poşetlemişti. Benim çanta yağmurluğum vardı ama çanta içi yine ıslandı, o yüzden üşenmeden mesela eldiven varsa, balaklava varsa onları poşetlemek güzel olur. Kural 4: İster yaz, ister kış olsun, panço hep çantada duracak ki ben yağmurluk almıştım, panço gerekmez dedim, ama gerekir! Kural 5: Gore-tex bile olsa her malzeme bir süre sonra su geçiriyor o yüzden araçta mutlaka yedek çorap-kıyafet bırakmak lazım. Kural 6: Bende neredeyse her malzeme vardı, ama tipi gözlüğümü ya da kayak gözlüğümü çantanın en altına koymuştum, çıkarmak zor oldu! Malzemeyi akılcı yerleştirmek lazım! En gerekliler en kolay yerlere!

Bu kurallar böyle devam eder, ama hayat her zaman sizin karşınıza farklı bir durum çıkarır ki bu da hoştur, çünkü yaşam bir problem çözme yeridir! Karşınıza bir sorun çıkar ve siz panik yapmadan onu çözersiniz.

Mesela ben pantolonumun yanlış ipini çektim düğüm oldu! Ergün hoca 2197 metrede imdada yetişti. Eli donuyordu ama bir hamleyle ipi çözdü yoksa çiçek toplamak için farklı bir yöntem gerekecekti! Buradan da tekrar teşekkür edeyim, o düğüm baya zordu! Murphy yasaları şehirde olsun dağda olsun hep karşımıza çıkar. Araçta kafa lambam düşmüştü, olabilecek en olasız yere düştü! Ama Murphy yasalarını artık anladığımız için ben de en zor yere baktım, oradaydı! Bu etkinlikte bolca malzeme kaybedildi. Reha hocanın batonlar unutuldu ama kargoyla geri gelecekler. Maalesef numaralı gözlük kaybeden oldu. Eldiven düşürenler vs… Bu yürüyüşlerin fıtratında vardır bu, yani bazıları öyle der, öyle düşünür! Fıtratı biz yaratırız!

Tembel yaylada 2020 metreye geldiğimizde grupta açılmalar olmuştu, içerden terleyenler olmuştu. Herkes toplansın, içlik değiştirenler içlik değiştirsin denerek oradaki yayla evinin iplerinden birini çözdük ve içeri daldık. Yaban hayvanı olabilir diye de biraz gürültü yaparak dikkatlice açtık kapıyı. Güzel bir mola oldu; rüzgâr içeri giriyordu ama zayıflamış bir halde; içeride bir de kurumuş ama yine de capcanlı sarı bir çiçek de vardı. Rüzgâr müzik çalıyordu! Reha hoca da 2024 metredeki öteki eve dalmıştı. Ergün hoca artçılık yaparak geridekilerle beraber geldi. Hava daha da bozmuştu. Yayla evlerinde dinlendik ve ne yapılacağına yukarıda karar vermek üzere yola koyulduk.

Güneye dimdik yukarı vurup sırta ulaştık. Kar yarım metrelere yaklaşmıştı. Tipi vardı. Sis vardı. Tabii bunları yaşamanın keyfi de vardı, herhalde şehirde bunlar yaşanamazdı! Ergün hoca Boğaza kadar gidip orada karar alalım dedi, tamam mı devam mı kararı. Keldiş tepeyi doğudan yatay geçişle geçecektik. Boğaza gelecektik ve öyle de yaptık. Sis artmıştı, rüzgâra rağmen sisler pek de dağılmıyorlardı. Ya karşımızdaki Karlık tepeye de çıkıp oradan zirveye yönelecektik ya da aşağıya vadiye inişe geçecektik. Ergün hoca riskleri analiz etti ve inelim dedi! İyi bir karardı. Eller ve ayaklar çok üşümüştü, irtifa kaybı, ormana giriş pek hoş olacaktı, hava yumuşayacaktı.

Boğazdan aşağı indiğimizde bizim ilk planladığımız vadiye değil onun bir yukarısındaki vadiye inmiş olacaktık. Ama hayat da budur zaten! Bir satranç oyunudur! Bu oyunu profesyonelce, panik yapmadan oynamak gerek. Değişecek olan değiştirilir. Vadiye indiğimizde Kılkara yaylasının birkaç evini gece karanlığında siluet halinde görünceye dek daha önce buraya gelmiş olduğumu hatırlayamadım. Harika bir vadi; dev ağaçlar! Koyunlarını kaybetmiş ve hastalanmış bir çoban vardı bir zamanlar burada, şimdi hatırladım!

Rüzgâr ve yağmur nedeniyle öğle yemeğimizi yiyememiştik ve ta ki saat 19.05e kadar yiyemedik, tabii aralarda siyah üzüm meyve, dido, püskevit vs atıştırdık, cepte ne bulduysak.

Orman yoluna indiğimizde hava aydınlıktı henüz. Fakat en az 2-3 saatlik bir yürüyüş daha kalmıştı. Hava karardı. Reha hoca hava kararmadan önce ayı gördü, güzel bir gelişmeydi! Üzerindeki suları silkiniyormuş; herhalde dereden balık avlamaya çalışmıştı! Reha hoca ayı diye elini ona işaret edince ayı ormanda kaybolup gitmiş. Yaban hayvanları genel olarak insandan korkarlar, uzaktan görünce çekip giderler. Fakat Reha hocayı tebrik etmek gerek, ayı görmek her zaman mümkün olmuyor! Ayı görünce elinizi başınızın üzerinde sallayın derler ki ayı insan olduğumuzu anlasın!

Akşam 19’a kadar serbest sitilde, herkes kendi temposunda ilerledi, karanlıkta güzel bir yürüyüş oldu. Gökte hilal vardı ve bulutların arkasından bile yolu az da olsa aydınlatıyordu. Taşlar hayvanlara benziyor, kanat sesleri duyuluyordu; orman canlıydı, daha da canlanıyordu gece vakti. Soldan akan dere de coşmuştu. Bir beton köprüden geçince dere bir anda başka tarafa geçiyor ve insanı şaşırtıyordu! Çokça köprüden geçtik, gürül gürül akan dereyi dinledik! Aktıkça akıyordu. Örencik deresiydi bu.

Güzel bir etkinlik oldu. Zorlanmadan bir insanın kendisini geliştirmesi imkânsızdır! Zorluk yaşamaktan korkma! Ama hayati riskler doğduğunda da hemen geri adım at, çünkü yaşam güzel, çünkü yaşam değerli.

Bu yürüyüşte en çok kuru kalanlardan biri bendim fakat yine de North-Face su geçirmezin altındaki içlik nemliydi, belki sisler de etkili oldu. Cep telefonumun şarjı doluydu ama sis ve ıslaklık şarjı yiyip bitirdi, %20’lere düştü. Dağlarda tuşlu telefonlar dokunmatiklerden daha akılcıdır ki Ergün hocadaki tuşluydu! Islak elle dokunmatikler hiçbir işe yaramıyorlar! Yaşam bir okuldur; her gün bir şey öğren ve bir sonraki sefere yaşama biraz daha hazırlıklı ol! Ama çok da hazırlıklı olursan o zaman maceranın getirdiği bazı şeyleri de kaçırırsın! Hazırlan ama mükemmel bir şekilde de hazırlanma!

Dönüşte Beypazarı Ayaş üzerinden Ankara’ya geri döndük!

Etkinlikte emeği geçenlere teşekkür ederek yazımı bir müzikle sonlandırıyorum, bütün zamanların en güzel parçalarından: Cielito Lindo

https://www.youtube.com/watch?v=dx5cL_6z_cY

Ve bir de Kardeş Türküler, Oioi:

Mehmet Murat ildan

https://www.facebook.com/mehmetmuratildan.quotations

Read Full Post »