Bugün 10 Nisan Pazar günü; 2022 yılının 100. günü. Bu hafta sonu doğa etkinliğimi yine Ergün Erdem hocanın Yeni Rota’sıyla yapacağım. Yeni Rota bir mukavemet grubu, uzun mesafe yürüyen, her tür araziye çekinmeden giren, çıta yükselten, mobilitesi yüksek atak bir grup!
Yürüyüş yazımdan önce geçmişe kısaca bakacağım. 10 Nisan 1919 Emiliano Zapata’nın ölüm günüdür. Meksika Devrim lideri Zapata’dan birkaç söz alıntılayarak bugünkü etkinliğimizin bir tasvirini yapacağım.” Güçsüz halklar güçlü liderler çıkarır, güçlü halklarınsa lidere ihtiyacı yoktur. Evet, oldukça güçlü bir söz! Ve bir söz daha: “Yurda ve halkın özgürlüğüne düşman olanlar, her zaman halkın soylu davası uğrunda kendilerini feda edenlere haydut gözüyle bakmışlardır.”
Bu haftaki yürüyüşün oldukça uzun bir isim serisi var, çünkü uzun bir rota! Öncelikle Sarı’nın yerinde kemik çorbasıyla huzur bulduktan sonra Kızılcahamam Kırköy yakınlarındaki Bayırköy’e gideceğiz. 1350 rakımdaki küçük bir köydür burası. Sonraki hedef Bayırköy’ün güneydoğusunda bulunan 1250 rakımdaki Balcılar köyü. Bu mesafe kuş uçuşu 7,5 km’dir. Daha sonra yine güneydoğuya devam ederek Otacı Mavi göle ulaşacağız, 1645 rakımdadır bu göl. Bu da kuş uçuşu 3,5 km’dir. Bu kez yönümüz değişecek ve kuzeydoğuda kuş uçuşu 4,5 km’de Yıldırım Evci göletine ulaşacağız. Sırada kuş uçuşu 2,5 km güneydoğuda bulunan 1516 rakımlı Çubuk Karagöl! Ardından yine kuş uçuşu 3,5 km güneybatıda yer alan 1722 rakımlı Yaylak Göleti ve nihayetindegüney doğuda bulunan 7 km kuş uçuşu uzaklıktaki Durhasan köyüne ulaşacağız! Durhasan köyü Kavşakkaya barajının hemen yakınındadır. Toplamda 28,5 km kuş uçuşu var, yani rahatlıkla 35 km üzerinde, inişli çıkışlı, ciddi bir efor gerektiren, Yeni Rota klasiğine uygun bir mesafedir bu.
Ergün Erdem hocanın Yeni Rota grubunun linklerini aşağıya veriyorum.
http://yenirota.com/trekking.html
https://www.facebook.com/yenirota
Etkinliğin fotoğrafları için aşağıdaki linkime bakılabilir:
Bugün Sarı’nın yerindeki yemek-çay molamızdan sonra doğruca araziye intikal ettik ve tabii arazi de bize intikal etti doğal olarak! Sabah 7.39 gibi oldukça erken bir saatte 1390 rakımdan Bayırköy’ün hemen kuzeyinden uzun yürüyüşümüze başladık. Hava gayet güzeldi; hafif bulutlu ve serinceydi. Hemen hemen bütün yol boyunca güney doğu istikametinde yol aldık.
Yükseklerde karlar görülebiliyordu, yama şeklinde. Her yer domuzlar tarafından deşilmişti; mübarek domuzlar sanki domuz değil tarla süren traktörler gibiydiler! Tarla fareleri de güzel ve yüzlerce tünel açmışlardı, düşmanlarına karşı iyi bir savunma sistemidir bu. Güneye bakınca karlı ve heybetli Köroğlu dağlarını görebiliyorduk. Mükemmel konik biçimli bir dağ da bize sanki insan yapımı havası vermişti. Eski zamanlarda krallar için böyle devasa dağ biçimli mezarlar yapılırmış, içlerinde de mutlaka hazineler olurmuş. Işık dağı, çiğdemler derken uzaklardan güneydeki Kurtboğazı barajını da gördük.
Sabah 8.53 olduğunda 3,5 km yol almış 1769 rakımlara çıkmıştık, 1 saatten az bir sürede hemen hemen 400 rakımlık sağlam bir yükseliş gerçekleştirdik, helikopterlerin hızlı irtifa kazanımları tarzı tempolu bir çıkış oldu! Bu rakımlarda karda çamurlu ayakkabılarımız temizlendi. Yeni açmaya başlayan Arap Sümbüllerine rastlıyor, onlara Arapça merhaba deyip yola devam ediyorduk; zaman zaman esen serin rüzgârda polar giyiyorduk sonra çabucak çıkarıyorduk. Bugün vadi ve kuytuluklarda yandık, piştik, güneş etkiliydi.
Ökse otlarıyla sarılı ağaçların yanlarından geçiyor, sulak zeminlere batıp çıkıyorduk. Etraf her yer volkanik taşlarla doluydu ve bazen yere bakmaktan etrafa bakamıyorduk! Kayalar lav demir ne varsa birbiriyle eriyip kaynaşmış müthiş sert ve sağlam hale gelmişlerdi, bazen kalem inceliğindeki bir taşı bile koparamıyorduk! Civar, kanyonlarla doluydu. Sırt yerine vadilerden de rota çizilebilirdi ama vadiler, kanyonlar hep sürprizlerle doludur, yol bir anda bitebilir ve bir şelale yüksekliğiyle önünüzü kesebilirdi.
Uzaklardan Balcılar köyünü gördük, zaten oraya doğru yönelmiştik. Ökselerle kaplı ağaçlar, çalılara takılmış tiftik keçisi yünleri derken iyice kayalık bir yere geldik. Biraz labirentimsi yanı vardı buranın. Bazen bir anda yol bitiyor, alternatif yol arıyorduk, güzel bir oyun gibi. Geyik dışkılarına rastlıyor, sık meşelikler içinde ilerlemeye çalışıyorduk; bazen ince dallar gözümüze tokat atıyorlardı. Böyle mücadele içindeki yürüyüşü seviyorduk. Bütün kaslar çalışıyordu. Vücudu elma, muz, su takviyesiyle diri tutuyorduk ve bazen de Ayhan hocanın yemiş torbasıyla enerji alıyorduk. Ben, bitter çikolatayla canlanıyordum.
Gizli kalmış yerlerde gizemli çeşmeler karşımıza çıkıyorlardı; insanın oraya hamak atıp yatası geliyordu. Ahmet hoca oturmayın yoksa kalkmak zor olur diyordu! Sular bulanıktı, taze eriyen kar sularıydı bunlar. Bir süre sonra Balcılar köyüne ulaştık; bu köyde hiç arıcılık yokmuş, Bal sadece bir kelimeydi burada! Ama “tilkicilik” vardı! Köyün dağdan taraf girişine ölü tavuk asılmıştı; tilki gelecek sonra köylü tilkiyi vuracak ve kürkünü satacak! Yurdum insanın çok ahlaki para kazanma metodu! Tilkinin doğada oynadığı rolü bilse belki tilki avından vazgeçerdi!
Köyün yaşlıları nereden gelip nereye gittiğimizi soruyorlardı. Bakırköy’den Çubuk’a gitmek delilikti; ama köyde kös kös oturmak akıllı işiydi!! Yıkılmış sac sobalar, harabe evler, tiftik keçi ahırları, canından bezmiş köpekler, bazalt sütunları gördük ve hiçbir köpeğin havlamadığı bu ilginç köyden ayrıldık. 1250 rakımlardan 1650 rakımlara doğru sırtları kullanarak tırmanmaya başladık. Uğur böcekleri bu çorak araziye güzel bir renk katıyorlardı. Bu bölümde yükseldikçe güneş yaktı; buz gibi çeşmelerde yüzler yıkandı.
Artık ormanlık bölgedeydik; ormanı özlemişiz ve belki orman da bizi özlemişti. İşin doğrusu da şu ki her kim doğayı kalben sever, doğa da onu severdi! Vadilere doğru tepelerden hızla karlar eriyor, Kaçkar bölgesi derelerini andıran bir görüntü ve suların enfes melodisi ortaya çıkıyordu. Saat 13.30’da öğle yemeği için sulak bir yerde mola verdik. Ertan’ın ikram ettiği tuzlu siyah zeytinler yendi; etli sarma ve Hacıbaba su böreği yendi. Tatlı niyetine de bitter çiko, ama keşke fıstık ezmesi olsaydı! Yolun yarısındaydık, 15 km yürümüştük. Durhasan köyüne gidiş biraz zorlaşmıştı çünkü Durhasan köyüne gidişimiz 40 km demekti, geceye kalmak demekti. Yeni Rota esnek bir grup; planlarını akılcı bir şekilde çabucak değiştirebilen bir grup ve öyle de yaptı!
Mola bitti; hedef Otacı Mavi göldü. Oraya gittik, göl yeşildi! İşte hayat bu, mavi beklersin yeşil çıkar, kırmızı beklersin, mor çıkar! Bunlar elbette göl değil yapay göletlerdi. Yüzülebilecek ölçüde temizdiler. Orman içi çok çalı çırpı dal vardı, çatır çutur ses çıkararak yürüdük. Uzunca bir yürüyüşten sonra Yıldırım Evci göletine geldik ki ben buraya herhalde en son 15 yıl önce gelmiştim! Ortada mangalcılar yoktu; insansızlığın sessizliği ve doğallığı vardı. Gölde batan güneş parıldıyor, yaşamın en sihirli anları yaşanıyordu. Gölün 3te 1i halen buz kaplıydı. Karşıda bir bölümü yanmış ormana baktık; orayı yakan ve genelde Dünyayı yakan şey hep cehaletti! Aptalın teki mangal yakmış, muhtemelen iyi söndürmemiş ve sonuç yok olup gitmiş yüzlerce ağaç!
Ve nihayet Karagöl yakınlarına ulaştık. Durhasan köyüne en az 10 km daha vardı. Ergün hoca bugün grubun yemek durumunu ve kararmakta olan havayı göz önüne alarak 10 km’yi iptal etti, Yaylak göleti de es geçildi. Herkes açtı, iftar öncesinde açık olan bir lokanta bulduk, Ahmet hocanın meşhur köftecisi ise kapalıydı. Başarılı kuşbaşı yapan Çelebi İbişoğlu Et Lokantasında epeyce yendi içildi. Yozgatlı usta göçüp gitmişti ama oğlu burayı yine babası gibi başarılı bir şekilde yönetiyordu.
Bir yürüyüş de böylece bitti. Hasan Dağı çıkışından daha fazla bir çıkış yapıldı. Eğer bir gün insanoğlu sonsuz bir yaşama kavuşursa onu sıkılmaktan alıkoyacak şey kesinlikle sonsuz maceralara atılmak olacaktır! Ve son olarak şunu da ekleyeyim ki vatanı sevmenin en güzel yollarından biri vatanı yürüyerek dolaşmaktır, çeşmelerinden su içmektir, taşlarına basmak, çiçeklerini görmek, ağaçlarına dokunmak, çobanlarını, sürülerini, patikalarını tanımaktır, yosunlarını koklamak, dikenleriyle kanamaktır!!
Etkinlikte emeği geçen herkese teşekkür ederek yazımı bir müzikle sonlandırıyorum: Bu kez değişik bir grup, Elazığ yöresinden diyeceğim ama hayır Tuva Cumhuriyeti! Huun Huur Tu – Chiraa-Khoor
Mehmet Murat ildan
https://www.facebook.com/mehmetmuratildan.quotations
https://www.goodreads.com/author/show/3164882.Mehmet_Murat_ildan