Feeds:
Posts
Comments

Posts Tagged ‘hadrianapolis antik kenti’

29

Bugün 4 Aralık 2016, Pazar günü. Yılın 338. gününe gelmişiz; 27 gün sonra 1 yıl gibi evren ya da uzay zamanında çok önemsiz, çok minik bir zaman süresi daha geride kalacak ve her zamanki gibi insanlar yeni yıla yeni umutlarla ama eski akıllarıyla girecekler! Oysaki yeni umutların gerçekleşmesi eski akılla değil yenilenmiş, kendisini geliştirmiş, geçmişten dersler çıkarmış yeni akılla olur ancak! Yeni bir şey, yeni bir aksiyon, yeni bir düşünce gerektirir; aynı aksiyonla, aynı düşünceyle yeni şeyler çıkmaz!

yurecikk

Bu hafta sonu etkinliğimi Ergün Erdem hocanın Yeni Rota doğa yürüyüş grubuyla yapıyorum. Her zaman olduğu gibi yine grubun web sitesi linkini ve Facebook sayfasını aşağıya veriyorum:

http://yenirota.com/trekking.html

https://www.facebook.com/yenirota?fref=ts

Ayrıca etkinliğin fotoğrafları için de aşağıdaki linke bakılabilir:

https://photos.google.com/share/AF1QipMFAxAln20s0c1XwMCjdPwk-pZNbwcfVrR5qMdpknIDRdMW1QoWEWSKF2isDje-lQ?key=TFVYM0t6aXB3ZWRkWmtzZkdiLWx6djhtN0dTX3RB

Karabük Eskipazar ilçesinin Yürecik köyünden başlıyor bugünkü yeni rotamız. Gerede’ye girmeden Ankara Karabük yoluna sapıp oradan ilk önce Eskipazar’a gideceğiz. Sonra da Mengen yolunu alarak Yürecik köyüne doğru ilerleyeceğiz.

28

1220 rakımlı Yürecik köyü rotamızın start aldığı yer. Buradan batı yönünde 1440 rakımlı Çilekbeli geçidine doğru yürüyeceğiz. Bu geçide ulaştıktan sonra ise güney batı yönünde bulunan 1430 rakımlardaki Dökük yaylasına doğru inişli çıkışlı bir rota izleyeceğiz. Köknar ağaçları, anıt çamlar, yer yer kayın ağaçları, az da olsa kuşburunları yol boyunca bizimle beraber olacak.

Dökük yayladan sonra hafif güney batıdaki komşu yaylaya geçeceğiz. 1420 rakımlı bu yaylanın ismi Kurtça yaylası! Kurtlarla özdeşleşmiş bir yayla! Bu küçük yaylaları bitirip bu kez daha büyük bir yaylaya, güney batıdaki Soğucak yaylaya geçeceğiz. Adı üstünde soğuk bir yayla çünkü rakımı yüksek! 1700’ün üzerinde bir rakıma sahiptir bu yayla ve elbette bol karlı olmak için gerekli bir yapıya da sahip.

dsc02221

Soğucak’tan sonra güneye, daha doğrusu hafif güney doğuya doğru epey bir inişimiz olacak. Adiller köyünün hemen batısında yer alan küçük mahalleye kadar gideceğiz. Bu mahallenin hemen güneyinde iki vadi yer almaktadır. Soldaki uzun vadiye gireceğiz. Bu çok uzun vadi bizi Çayören Güneyköy yaylasına kadar götürecek. 1700’lere yakın bir rakımı olan bu yayla da bol karlı olmaya aday bir yayladır! Buranın biraz daha güneyi Bolu – Çerkeş -Ilgaz – Samsun yoludur, biraz derken irtifa olarak en az 350 metre aşağıdadır. Bu yol üzerindeki 1345 rakımda bulunan OPET benzin istasyonuna inerek yürüyüşümüzü tamamlayacağız; planımız kabaca buydu. Ancak derin kar nedeniyle bu plan değişti. Yaşam dediğimiz şey zaten yapılan planlardır ve bu planlara hayatın müdahalesidir ve sonrasında da bizim yeni planlarımızdır, hayat budur!

Ergün hoca bu yukarıdaki plana bağlı kalırsak derin kardan dolayı sabah saatlerine kadar sürebilecek “ultra” bir yürüyüşe sebep olacağından rotayı kısalttı. Kurtça yaylaya kadar plana sadık kaldık oradan Soğucak yaylaya çıkış yapmayıp batıdaki MengenÇayköy’e gittik. Rota kısalmasına rağmen 20 km uzunlukta 9 saat 7 dakika süren ve toplamda sadece 15-20 dakika durduğumuz çok sağlam, bir anlamda kardiyo geliştirici bir derin kar yürüyüşü ve bir “dondurma soğukluğu” yürüyüşü oldu. Hareket halinde olduğumuz için soğuğu çok hissetmiyorduk ama durduğumuz zaman bu soğuğu çok daha iyi algılayabiliyorduk.

Biz kar yürüyüşlerine yıllardan beri genel olarak kademeli geçerdik, vücut kademeli olarak alışırdı. 5 cm, 10 cm, 30 cm, 1 metre derken bu kez bu sene hızlı bir geçiş oldu, bir anda yarım metre, zaman zaman 1 metreye yakın derinliklere de rastladık. Yılın ilk ciddi kar yürüyüşüydü ve umarım devamı da gelir çünkü derin kar yürüyüşleri bir ayrıcalıktır.

Bugünkü etkinliğimizin ayrıntılarına geçmeden önce geçmişte bugün ne olmuş şimdi ona bakacağım kısaca. 4 Aralık 1131 yılı İranlı şair ve matematikçi Ömer Hayyam’ın ya da orijinal ismiyle Gıyaseddin Eb’ul Feth Ömer İbni İbrahim el-Hayyam’ın yaşamını yitirdiği gündür. Şimdi Hayyam’dan birkaç özlü söz verip yazıma resmi olarak başlayacağım. Şöyle der Ömer Hayyam: “Eğer her şeyini kaybetmişsen ve cebinde bir ekmek alacak kadar paran kalmışsa, git kendine bir demet menekşe al ve ruhunu besle. Bence bu çok anlamlıdır ve kişinin öncelikle ruhunu beslemesi lazım.Şu sözü de güzeldir: “Cehennemi gerçekten bilmek mi istersin? Dünyada cehennem, ehil olmayanla konuşmandır.” Ve son olarak şunu vereyim, Shakespeare-vari bir cümledir bu: “Girme şu alçakların hizmetine: konma sinek gibi pislik üstüne. İki günde bir somun ye, ne Olur! Yüreğinin kanını iç de boyun eğme!” Ömer Hayyamı da ve onun yaşam dolu güzel sözlerini de burada sevgiyle anmış olalım ve gelelim bugünkü etkinliğimize.

Yürüyüş yapacağımız Eskipazar bölgesi dendiğinde akla ilk gelen isim Hadrianapolis’tir! Bu Roma antik kenti henüz önemli ölçüde günışığına çıkmamıştır! Memleket boş işlerle ilgilendiğinden böyle önemli şeylere, geçmişimizin bilimsel olarak karanlıktan aydınlığa çıkarılması meselelerine, Mars projesi gibi büyük düşünce konularına zaman kalmamaktadır! Güzergâhımız üzerinde olsaydı Hadrianapolis antik kentinin bir havasını koklayıp, kendimizi kısa bir süre de olsa geçmişe, Romalıların çağına ışınlayabilirdik!

Eskipazar’ı da Hititler kurmuşlardır! Sonra Romalılar burayı alınca ismi “Hadrianopolis in Paphlagonia” olmuştur. Tabii bize geçince önce Viranşehir ve sonra da Eskipazar’a dönüşmüştür. Kim bir yeri ele geçirdiyse onun ismini de değiştirmiştir çünkü şişkin ego ve ilkellik eski ismi muhafazaya, geçmişe saygıya pek izin vermez!

Sabah 6.40 Ankara’dan yola çıkış zamanıydı, 6.30’larda duraklarda yerler alındı. Sabah kapkaranlıktı! Yaz saati denilen akılcı ve mantıklı bir uygulama vardı bir zamanlar! Bir süre sonra hep böyle konuşacağız: Bir zamanlar şu güzel şey vardı, bir zamanlar bu güzel şey vardı, bir zamanlar memlekette kitap okunurdu; yanlışlara battıkça geçmiş de bize daha güzel görünecektir!

Araçta giderken Cihan hoca kendi tabletinden güzel bir Sebastian Bach klasik müziği çaldı. Sabah Kurtboğazı Baraj bölgesi sislerle kaplıydı; baraj gölü enfes bir güzelliğe bürünmüştü. Böyle güzellikleri genellikle balıkçılar, avcılar ve elbette yürüyüşçüler yakalar ve yaşamın bütün derinliği işte bu anlarda, bu anlara tanıklık etmekte yatar!

Her zamanki gibi önce Sarı’nın Huzur Lokantası’nda kahvaltı yaptık ve ardından Yürecik köyüne ulaştık, daha doğrusu Yürecik köyünün Taşmanlar mahallesine 1 km kadar uzaklıkta ana yolda araçtan indik. Pazar günü için hava durumu en yüksek 3 derece görünüyordu ve parçalı bulutluydu. Bu bölgede nem oranı da %80’ler civarında olduğundan oldukça serin bir hava ve elbette karla kaplı orman yolları bekliyorduk ve öyle de oldu. Akşamın ilerleyen saatlerine doğru rahatlıkla -8’lere, -15’lere kadar inecekti.

Araçtan iner inmez güneşin altında parıldayan kar zerrecikleri “iyi ki geldik” sözünü hemen söyletti bize ya da Yahya Kabak hocanın bir zamanlardaki sözünü hatırlattı bize: “İyi ki geldik yav, iyi ki buradayız!” Doğa bir diriliştir, varoluşumuzun derinlerine hitap eden bir şiirdir!

Hava soğuktu, güneşse yalnızca yüzümüzü ona döndüğümüzde ısıtıyordu. Ancak güneşte nadiren yürüdük, çoğu kez orman içlerindeydik. 1282 rakımdan yürüyüşe başladık. Yüreciğe 3 kilometre yürüyecektik. Yolun önemli kısmının kar açıcılık işini Ergün hoca ve Cihan hoca yaptılar.

Saatlerimiz 10.12’yi gösteriyordu. Mevsimler içerisinde “masalsı güzellik” deyimini insan en güzel karlarla kaplı bir ormanda, o bembeyaz sessizlikte, o gerçekdışı gerçeklikte yaşar. Sabah kalkmak zordur, hava soğuktur, yürümek epey bir çaba gerektirir ama işte bunları yapmadan o masalsı güzellikler yaşanmaz; kömür kokulu rezil bir şehrin çaresiz sokaklarında, trajik haberlerin moralleri dinamitlediği bu akıldışılık dünyasında çürür gider insan! Doğa yürüyüşü bu çürümeye karşı bir isyandır, rezilliği, medeniyet adı altındaki çirkinlikleri, aptal haberlere boğuluşu bir reddediştir!

Taşmanlar mahallesi yakınlarından Yüreciğe doğru yürüyüşe başladık. Yollar buzluydu, köylerin ara yolları daha şimdiden kapanmışlardı. Kar taneciklerinin mükemmel geometrik görünüşlerine hayranlıkla baktık; fiziki evrenin, fizik kanunlarının sanat şaheserleriydi bunlar.

Güneş de gölgeler vasıtasıyla inanılmaz sanatlar yaratıyordu. Dik bir çıkışa geldik. Ergün hoca haritayı zaman zaman inceliyordu. Yürecik pek sevimli, pek hoş, pek sakin bir dağ köyüydü; güneşin altında ışıl ışıl parıldıyordu. Öylesine doğal, öylesine huzur veren bir yerdi! Köpeksiz köy olmaz derken havlama sesleri duyuldu. Eski bir fırının ahşap kulübesine, çeşmenin buzlanmış yosunlarına, samanları traktöre yükleyen samimi köylüye veda ederek yolumuza devam ettik.

8

Reha hoca kısa kolla soğuğa meydan okuyordu ve Cihan hoca da onu uyarıyordu, üşüyeceksin diyordu! Tozluklarımız çabucak donmuşlardı. Gölgeler kutupsal bir karaktere bürünüveriyorlardı. Şanslıydık çünkü rüzgâr yoktu, yaprak kımıldamıyordu.

Hedefimiz Çilekbeli geçidiydi ki 1440 rakımdaki bu noktaya 3 saat yürüyerek 6.76 km kat edip geldik. Burada 10-15 dakikalık hızlı bir yemek molası verdik. Boşalan baterilerimizi, boşalan midemizi doldurduk. Tatlı bir güneşin şefkatli eli altında ton balıklı sandviç, Amasya elma, kakaolu Eti gofret, mandalina yedik ve ardın da ayvalı ıhlamur içtik ve vakit kaybetmeden yola koyulduk.

Şimdi iniş zamanıydı. 1437’lerden 1290 rakımlara dek inecektik. Ormanda yürürken güneşin ağaçlar arasından ani beliriveriş ve ani kayboluşlarını ilgiyle izleyecektik. Sanki oyun oynayan haylaz bir çocuk vardı tepemizde! Öteki yıldızlar, onun hemcinsleri ondan çok uzakta olduğundan bu kozmik bebek de bizimle oynamayı seçmişti! Sararmış yapraklara tutunmuş karlar, güneşin ve dondurucu soğuğun birer oyuncağıydılar adeta çünkü güneş karı suya çevirmeye, soğuk da onu dondurmaya çalışıyordu. Zıt güçlerin çatışma alanındaydık.

Nadiren ayı yavrusu ve domuz izlerine ve bir de tavşan izlerine rastlıyorduk. Bugün hocalar günüydü: Reha Bahtiyar hoca, Hasan hoca, Gazanfer hoca, Uğur hoca, Koray hoca, Cihan hoca… Tecrübeli ve sağlam bir ekiple yürüdük.

Orman içinden orman yoluna çıkar çıkmaz yürüyüş zorlaşıyordu çünkü kar çoğalıyordu! Dökük yaylaya vardığımızda 1420 rakımlardaydık, 10 kilometreden ve 5 saatten fazla yürümüştük. Halen orijinal rotadaydık. Ve bundan sonraki hedefimiz Kurtça yaylasıydı. Oraya gittiğimizde Ergün hoca durum değerlendirmesi yapacaktı. Kurtça yaylasına vardığımızda hemen güney batıdaki Soğucak yaylasını görebiliyorduk. Burada Soğucak’tan vazgeçme kararı alındı çünkü 300 metrelik bir derin kar çıkışı olacaktı ve oradan Adiller’e insek bile uzun vadi rotası çok karlı olduğundan orijinal rotada kalmakta ısrar edersek sabah saatlerini bulacaktı yürüyüşümüz.

Rotamız doğru bir şekilde Mengen’in bir ilçesi olan Çayköy’e döndü! Ergün hoca zaman zaman telsizle Reha hocayla konuşuyor ve kararan ortamda ekibin arkasında kalan var mı diyordu. Ekipte kopma olmadı. Hemen her zaman herkes görüş alanındaydı.

Artık hava kararmaya başlamıştı, ortam esrarengiz güzelliğe bürünmüştü; doğa gece kıyafetini giymekteydi. 15. kilometreye geldiğimizde rakımlar da 1300’ü göstermekteyken kuzeyde uzaklarda ışıklar gördük ve ezan sesi duyduk. Orası Banaz’dı, Mengen ilçesinin köylerinden biriydi. Güneş batınca hava sıcaklığı da ani bir düşüş gösterdi.

1200 rakımlardaki bir açıklığa geldiğimizde müthiş bir manzara da bizleri bekliyordu! Karlı dağların ardında güneş batmıştı; kızıllıkta kırmızının tonları ve sarının tonları hâkimdi; uçakların bıraktığı izler avuç içi yaşam çizgileri gibi karmaşıktı! Aşağıdaki ovalara ise harika sisler inmişti. Bu mistik görüntü bütün yorgunluğumuzu alıp götürdü! Bizi, varoluşun mucizeleri denen olağanüstü bir boyuta taşıdı. Bu doğal seyir terasında biraz zaman harcayıp inişe devam ettik.

32

1050 rakımlarda bulunan ve Çayköy’ün mahallelerinden biri olan Gülistan mahallesine inmiştik. Hoşsohbet yerel halktan birileriyle muhabbet yapıldı. Kaptan Gökhan’ın buraya gelmesi zordu, gerekirse zincir takacaktı. Yol buzluydu ve o yüzden 870 rakımlı Çayköy’e birkaç kilometre daha, yaklaşık 3 kilometre daha yürüyüp aracımıza ulaşmaya karar verdik ve de iyi ki de vermişiz çünkü kafa lambalarımızla aşağıya inerken karların üzerindeki ışıltılar bizi büyüledi. Sanki binlerce göz bize bakıyordu.

Tuhaf, esrarengiz kuş ötüşleri duyduk bu yolda ve tepede Ay, hilal şeklinde bizi izliyordu, doğa her zaman bizi izler! Bir de parlak bir yıldız vardı. VenüsJüpiter mi? Doğu ufkunda gördüğümüz bu parlak yıldız muhtemelen Jüpiter’di. Gökyüzü bize Mars gezegenine gidiş projelerini anımsattı. Biz bu projenin neresindeydik? Değiştirilemez gerçekleri değiştiren milletler büyük milletlerdir! Mars’ta koloni kurmak böyle bir iştir, imkânsız görünenin peşine düşmektir bu! Yüksek bilime sahip olmayan bir ülke ciddiye alınan bir ülke değildir! Yüksek bilimin, yüksek sanatın peşine düş, yoksa itibarın hiçbir zaman olmayacaktır!

Sonunda mutlu sona ulaştık ve kaptan Gökhan bizi henüz Çayköy’e varmadan aldı, sonra da dönüş yeri olmadığından geri geri köye gittik! Sarı’nın yerinde fındıkla yanan sıcak soba ve kemik suyu çorba molası verdik. Sıcak sobanın kor görüntüsünde düşüncelere daldık ve sonra doğruca Ankara’ya döndük.

Şimdi bir Zen hikâyesi verip yazımı sonlandıracağım:

Bir Zen ustası ormanda yürüyüşe çıkmıştı. Sakinliğin ortasında önünde aniden yırtıcı kaplanlar belirdi. Usta koşmaya başladı. Öyle bir yere geldi ki yol tükendi. Kaplanlar tarafından parçalanarak ölmektense uçurumdan atlamaya karar vererek kendisini boşluğa bıraktı. Düşerken elbiseleri bir ağacın dalına takıldı ve uçurumun başlarında bir yerde havada asılı olarak kaldı. Bir süre sonra topraktaki bir delikten iki farenin çıktığını ve hemen yanı başındaki bitkinin içine dalarak bir şeyler kemirmeye başladıklarını gördü. Lezzetli dağ çileklerini fark eden Zen ustası hiçbir şey olmamış gibi sakince çilekleri yemeye başladı…

İşte doğa da bizim için bu yaşamdaki çileklerdir, geleceği unuttuğumuz şimdiki andır! Yukarıda bir kaplan veya bir sırtlan, aşağıda bir uçurum, ama bir de bize umut veren çilekler var, doğa var, doğanın güzellikleri var ve biz çirkinlikler içinde bulduğumuz bu güzelliğe, doğaya, akıllı insanların bu ebedi limanına sığınıyoruz, yukarıyı ve aşağıyı unutuyoruz!

Güzel bir rotaydı “yeni” bir rotaydı, Yeni Rota’ydı! Etkinlikte emeği geçenlere teşekkür ederek yazımı bir müzikle sonlandırıyorum: Kongar-ol Ondar, Büyük Nehir, değişik bir türkü!

https://www.youtube.com/watch?v=MfHmjHEKygs

Mehmet Murat ildan

https://www.facebook.com/mehmetmuratildan.quotations

Read Full Post »

004

Bugün 2015 yılının 28 Haziran Pazar günü. Zaman zaman olduğu gibi ani bir kararla ve 10 dakikalık bir ön araştırmayla Safranbolu Tokatlı Kanyonu’na bir keşif gezisi yapmaya karar verdik ve sabah 11.30’da yola çıktık. Birazdan bu etkinliğin kısa bir hikâyesini anlatacağım ve değerli okuyucuya kanyona ve mağaraya dair bir ön bilgi vereceğim. Mutlaka görülmesi gereken bir yer olduğunu belirterek yazıma 28 Haziran tarihinin geçmişiyle başlıyorum.

28 Haziran günü önemli bir filozofun doğum günüdür: Üstat Jean Jacques Rousseau. Fransız Devrimi’ni de etkilemiş sarsıcı bir isim! Üstat ilginç biriydi. Bir keresinde şöyle demiştir: “Ben yalnızca yürürken düşünebilirim. Durduğumda düşüncelerim de durur; benim kafam bacaklarımla hareket eder.” Onun şu güzel sözlerini de hatırlamakta yarar var: “Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip ‘bu benimdir’ diyen ve ona inanacak denli saf başkalarını bulan ilk insan, uygar toplumun gerçek kurucusu oldu. Kazıkları sökerek ya da hendeği doldurarak başkalarına, ‘Bu düzenbazı dinlemeye son verin, meyvelerin herkese ait olduğunu ve toprağın hiç kimseye ait olmadığını unutursanız bittiniz demektir’ diye bağıracak biri, insan soyunu hangi suçlardan, savaşlardan, cinayetlerden, sefilliklerden ve dehşetlerden kurtarırdı!” Onu şu meşhur sözüyle yazıma resmi olarak başlayacağım şimdi: “Devlet büyüdükçe, özgürlük de o oranda küçülür.” Güzel söylemiştir üstat. Devlet dediğimiz aygıt halkın örgütlenmiş biçimidir ama halkın kendisi olduğunu unutup kendi kendine bir varlık olur ve sorun orada başlar; halkın çocuğudur, ondan doğmuştur ama ana babasına kötü davranmaya onu sömürmeye, onun özgürlüklerini kısıtlamaya, onun parasını çalmaya başlar. Sıklıkla kullanırız ‘Devletin Parası’ kavramını ki böyle bir şey de yoktur, sadece ‘Halkın Parası’ vardır! O yüzden halk, kendi parasının her bir kuruşunun hesabını sormak durumundadır! Onu sormayan halka da en hafifinden enayi derler; soran halk ise ahlaki değerlere ve adalet duygusuna sahip akıllı, onurlu bir halk demektir! Bu evrensel konu üzerinde bütün toplumların düşünmesi ve devlet dediğimiz bu aygıta bu özgürlük meselesini demokratik yollardan hatırlatmaları gerekir.

Yağmurlu bir Haziran geçirdik. Eğer Temmuz-Ağustos ayında da bu yağmurlu durum devam ederse iklim değişimi olayına önemli bir kanıt teşkil edebilir bu durum, çünkü özellikle Ankara Temmuzda oldukça yağmursuz geçer!

Yağmurlar yağıyor ama memleketteki kirlilikler de temizlenmiyor; zaman zaman yazılarımda memleket ne âlemde diye soru soruyorum, yanıt hep aynı: Memleket aynı! Aynı aptallıkların içinde battıkça batıyor, çünkü aynı tarz aptal ve yetersiz aktörlerin çevirdikleri trajikomik bir film olduğundan doğruyu, güzeli, sanatı, kaliteyi, gerçek gelişmeyi, yükselmeyi, ahlakı yakalayamıyoruz! Çürümüş toplumların tek bir kurtuluşu vardır: Tam çürüyüp topraktan yeniden doğmak! Tam çürümenin en iyi yanı budur, artık ötesi yoktur, en dibe vurulmuştur ve tek yön yeniden diriliş ve yükseliş kalmıştır!

Etkinliğin fotoğrafları aşağıdaki linkten görülebilir:

https://picasaweb.google.com/103700556243469155685/SafranboluTokatlCanyonBulakMencilisCave235KmFromAnkara

Saat 11.30’da Ankara’dan yola çıktık. Serince bir hava vardı öyle ki Cankurtaran’da 1580 rakımdan geçerken aracın termometresinde 13 derece yazıyordu! Otobandan doğruca Gerede yakınlarına geçtik ve Gerede’ye uğramadan Karabük yoluna saptık. Karabük’le Safranbolu birleşmişler ve Ankara’dan yaklaşık 230 kilometre. Özel araçla 2 saatte varılabiliyor ve yol son derece düzgün, akıcı bir yol. Ankaralı gezginlerin rahatlıkla gelebilecekleri bir güzergâhtır burası.

Karabük’ün bir ilçesi olan Eskipazar’dan geçerken gözümüze her zaman o meşhur levha takılıyor: Hadrianapolis Antik Kenti, kazıların daha doğru dürüst yapılmadığı şansız bir antik kent! Burası Eskipazar’dan sadece 3 km içeride ancak olayı her zaman dönüşte uğrarıza bıraktığımız için zaman kalmıyor gezmeye. Bir gün buraya özellikle gidilecek ve gezilecek, notumu düşüyorum tarihe! Karabük yakınlarından geçerken meşhur Kardemir ve onun kirli havası görülür. Temeli Atatürk’ün talimatıyla atılmış bu devasa demir-çelik işletmesi civarında yoğun bir kirlilik vardır; ülke ekonomisi için önemli bir kuruluştur.

Paflagonya bölgesindeki Safranbolu’ya girdiğimizde saatler henüz 14 olmamıştı. Safranbolu’nun merkezinde yol ikiye ayrılır. Sağdaki yol Fethi Toker Güzel Sanatlar Fakültesinin önünden eski Safranbolu’ya yani Eski Çarşıya soldaki yol da İncekaya köyüne gider ki biz sola saptık. Eski adıyla Gayza köyünde bir antik su kemeri vardır ve bizim hedefimizdeki yerlerden biridir orası.

Safranbolu’dan 8 km kadar sonra İncekaya köyü muhtarlığına ait otoparka gelinir. Otomobiller için 2 TL’lik bir park ücreti vardır. İncekaya köyü 660 rakımdadır ve otopark 70 metre daha aşağıdadır. Meşhur Kristal Teras da buradadır! Yerden 80 metre yüksekliğe inşa edilmiş olan bu Cam Seyir Terası epeyce bir turist çekmektedir. Roketatar mermisiyle de kırılmayacağı söylenen bir cama sahiptir ki ben bu bilgilere pek de itibar edilmemesinden yanayım! Çünkü iddialı sözlerin ardında genellikle ya abartı ya da palavra yatar! Eğer bilimsel olarak bu söylenen şey denenmişse, camlar öyle test edilmişlerse o zaman bu roketatar ifadesi kullanılabilir!

100 metrekarelik bu teras Tokatlı Kanyonu’nun harika bir manzarasını bize sunar. Kristal Teras’a giriş 3 liradır. Girişte galoş giyin der ama galoş yoktur, tükenmiştir. Ayakkabılar camları kirlettiği için camın üzerinde tam da o korkutucu psikolojik durum yaşanmaz, çünkü önemli olan aşağıdaki uçurumun net olarak görülmesidir yürürken! O yüzden ya galoş kullanılacak ya da camlar sürekli silinecek; sadece üstünün değil altının da silinmesi gerekmekte. Altının silinmesi için özel bir düzenek var mıydı ona dikkat etmedim. Kare kare şeklindeki bu camların her biri 750 kg taşıyabiliyormuş. Uç noktasında sallantı rahat bir şekilde hissedilebilmekte.

Her şeyi abartmakta yaman olan yurdum insanı bu seyir terası için bir cesaret testidir demekteyse de gerçekle pek bir ilgisi yoktur. Teras 1 ayda inşa edilmiş. Bununla övünülür ama önemli olan ne kadar sürede yapıldığı değil ne kadar sağlam olduğu ve ne kadar süre dayanacağıdır, ölçüt budur yani! Bir akşam vakti de burayı görmek gerekiyor çünkü terasın akşam aydınlatması var ve görünümün muhteşem olması ihtimali yüksektir. Bildiğim kadarıyla Türkiye’de başka bir cam teras yok. Oysa cam teras yapılabilecek önemli yerlerimiz var, Valla Kanyonuna da yapılması turistik açıdan akıllıca olur, çünkü orada 80 değil en az 500 metrelik uçurum olan yerler mevcuttur.

Terasta manzara mükemmeldir. Karşıda akan bir şelalenin sesleri bütün vadide yankılanır. Bitki örtüsü çok yoğundur. Flora (Bitki varlığı), fauna (Hayvan varlığı) çok zengindir. Terasın kafesi de vardır, çay içmek için güzel bir mekândır. Yukarıdan baktığınızda Tokatlı kanyonuna inen tahta merdivenleri görürsünüz. Buraya mutlaka inmek gerek. Aşağıya inmeden yaklaşık olarak 200 metre yürünürse meşhur İncekaya Su Kemerinin enfes görüntüsüyle karşılaşılır. Tam bir antik tablo görünümü vardır burada. 6 kemerli bu harika kemer 116 metre uzunluğundadır ve 30 metre yüksekliğindedir; genişliği ise 1 ile 2 metre arasındadır. Sadrazam İzzet Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır bu kemer. Zaman sorunumuz olduğundan kemerin yakınlarına kadar yürümedik. Esasen kanyona inip kemerin altına kadar yürümek gerekir. Eskiden kemerin üstüne çıkılabilmekteymiş ancak güvenlik sebebiyle bu durum yasaklanmış çünkü kenarlarında korkuluklar yok, yine de giriş kapalı mıdır bakmadım. Bir şey yasak olunca oraya ilgi de artar; kışın kar yağdığında bile o kemerden karşıya geçip bunu videoya dökenler de var:

https://www.youtube.com/watch?v=N5IZkXvduDY

Kemerlerin fazla olması yapının rüzgâra karşı direncini de artırmaktadır. Bu kemer daha önce Bizans döneminde yapılmış sonra da restore mi edilmiş bu konuyu araştırmadım ama değerli okuyucu bunu merak bağlamında inceleyebilir. Çünkü eğer daha önce Bizans zamanında yapılmışsa Sadrazam İzzet Mehmet Paşa’yı andığımız gibi ilk yapanları da anmak gerekir, daha etik olur!

Kanyona iniş yolu pek güzeldir. Tahtadan sandalyeler yapılmıştır aşağıdan çıkanlar için. Gerideki dağlar sislerle birlikte pek bir gizemli hava yaratırlar. Her yer kuş sesleriyle doludur; özellikle sabah buraya gelmek gerekir. Kanyona iniş 2 liradır. Tahta köprülerle doludur kanyon. Tokatlı (Gümüş), Akçasu ve Bulak dereleri bu kanyonları oluşturan unsurlardır. Bu dereler başka derelerle birleşip Karadeniz’e kadar giderler.

Yol boyunca kertenkelelere, ağaç mantarlarına ve çok sayıda kelebeğe rastlanır. Ortalık salyangozlarla da doludur. Küçük mağaralara giden küçük tahta merdivenler vardır. Her yerde minik şelalelerin sesleri duyulur; küçük göletlerde balıklar vardır. Cins kuşlar sağda solda sıkça görülürler. Göletlerin yansımalarında devasa ve eski ağaçlar görülür; göletlerin ağızlarından çeşme gibi sular akar. Ağaçlara salıncaklar asılmıştır. Kaya sarmaşıkları ve yosunlar her yeri kaplamışlardır.

Aşağıdan bakıldığında Cam Teras görkemli bir şekilde durmaktadır. Kanyonda at gezinti yeri de vardır. “Atlarımız Eyitimlidir” diye yazmışlardır burada! 10 liraya at turu yapılır ama pazarlıkla 5 liraya da inerler diye düşünmekteyim. Biz oradayken at durması gereken yerde durmamıştı ve sahibi de müşteriyi attan indirip atın eğitimini tamamlamaya çalıştı! Ata binmenin yanlış bir kültür olduğunu pek çok sözümde belirttim o yüzden burada tekrar etmeyeceğim! At pek sevimliydi ama üzgün de bir hali vardı, kendi hayatını yaşayabilecekken insanlara hizmet ettiği için mutsuz olması normaldi!

Kanyon içinde 1 km kadar daha yürüdük, çok çamur vardı, sağlam bir yağmur yağmıştı. Aracımız tepede olduğundan yürüyerek Eski Çarşı’ya gitmedik ama burada yapılması gereken budur, 2 km kadar daha gidip çarşıya inmek ve çarşıyı gezmek. Hatta Eski Çarşıdan yürüyerek tersten bu kanyona gelmek de alternatif olabilir.

Henüz keşif yapmadım ama Safranbolu Danaköy’e gitmek ve oradan da kanyon boyunca ya da kanyon içinde yürüyerek önce Su Kemerine gelmek oradan da Cam Terasa çıkıp-inip Eski Çarşıya gitmek pek güzel bir rota olur. Danaköy ya da Aşağı Danaköy kanyonun da başlangıç yeridir zaten. Eğer kanyonun içinde bir patika varsa bu yolun enfes olduğunu söyleyebilirim. 6 km kadarlık bir yoldur bu. Burayı mutlaka incelemek gerek. Ankara’dan ulaşım da otobüslerle bile 2,5 – 3 saatte mümkündür, yol temizdir.

Kanyondan sonraki durağımız Mencilis Mağarasıydı. İncekaya köyünün güneybatısında kalır bu mağara. Safranbolu’ya dönerken levhaları takip edip Alemdar caddesi üzerinden güzel bir orman yolundan 800 rakımlı mağaraya gelinir. Cam Terastan burası 8 km kadardır, yakındır yani. Mağaranın bulunduğu dar vadi de tam bir keşif bölgesidir!

Bulak Mencilis Mağarası 3 milyon yıllık bir mağara. Sümela Manastırına çıkıyormuş gibi taş merdivenli bir çıkışı vardır. Ücret tam 4 liradır, öğrenci daha ucuzudur. 400 metresi gezilebilmektedir. Yüzyıllar önce insanlar buraya korunma amacıyla sığınmışlar. Mağaranın aktif bölümüne giriş yasaktır. Burada 15 metrelik bir şelale varmış. Bu su 540 rakımdaki Bulak köyüne kadar ulaşabilmektedir. Safranbolu Eski Çarşı denen yerden minibüsler de mağaraya yolcu taşımaktadırlar.

Zirvesi 1500’lerden daha fazla olan Gayüzü dağının altındadır bu mağara. Sarkıt ve dikitlerin dünyasına demir bir kapıdan girilir ve sabit-serin bir serinlikte 400 metre ilginç bir sessizlik içinde gidilir. Toplam uzunluğu 6 kilometreden fazladır bu mağaranın. Girişten 281 metre kadar yüksekliğe kadar çıkar. Çok katlı bir mağaradır. Gizemi yaşamak için, karanlığı yaşamak için burayı ziyaret etmek gerekir. İçeride Sufi müziği tarzı bir müzik çalmaktadır. Daha birkaç yıldır ziyarete açılmış bir mağaradır. Türkiye’nin 4. Büyük mağarasının ön keşfi de tamamlanmış oldu böylece. Ankara’ya dönüş yolunda kömürde mısır kaynatan esnafı da unutmamak ve durup süt mısırlardan yemek geziyi tamamlayacaktır!

Yazımı bir Karadeniz müziğiyle sonlandırıyorum:

https://www.youtube.com/watch?v=ThBSxvCXksM

Mehmet Murat ildan

https://www.facebook.com/mehmetmuratildan.quotations

Read Full Post »