Feeds:
Posts
Comments

Posts Tagged ‘yeni rota grubu’

Bugün 5 Ocak 2020, Pazar günü. 360 gün gibi çok kısa bir sürede bu yıl da tarihe karışacak ve aslında zamanın hızına bakarsak çoktan karıştı bile! Bazen bir ışık parlaması olur, şimşek çakmıştır, sesi sonradan kulağa gelir, işte bu da böyledir; yıl parlamıştır ve kaybolmuştur ama biz gecikmeli olarak bunun farkına varırız!

2

Geçmişte ne olmuşa bakınca, bugün olan şeylerin aslında geçmişte olan şeylerin sadece ismen farklı versiyonları olduklarını görebiliriz. Mesela 1989’da ABD iki Libya uçağını düşürmüş ya da 1854’te San Francisco’da buharlı gemi batmış ve 300 kişi ölmüş, 1919’da Alman işçi partisi kurulmuş, falan yerde şu olmuş filan yerde bu olmuş, bütün zamanlarda sanki aynı şeyler olmaktadır! O yüzden haberlerle çok da fazla ilgilenmemek gerek, zamanın lokal meseleleridir bunlar! Kasim Süleymani öldürülmüş, ee ne olmuş, evrensel bakış açısıyla bakınca böyle lokal konuların esamesi bile okunmaz! İnsanlar zamanın anlamsız haberlerinin peşine takılıp zamanlarını yok eden tuhaf canlılardır! Önemli, anlamlı diyebileceğimiz haberler nedir? Mars’ta yaşam bulundu veya kanser tarihe karıştı ya da insanoğlu Ay’da üs kurdu veya geçmişe bakarsak antibiyotik bulundu, aşı icat edildi vs. İşte bunlar haberdir, gerçek manada değer taşıyan haberdir bunlar!

Şimdi bugünkü rotamıza gelelim: Başlangıç noktamız Kızılcahamam Bulak yakınları olacak; 1060 rakımlıdır burası. İlk hedefimiz kuş uçuşu 6.5 kilometre uzaklıktaki ve 1380 rakımdaki Çamkoru gölü olacak. Oldukça iniş çıkışlı bir bölgedir burası o yüzden genel olarak sırtlar ya da yan geçişler kullanılacak ve elbette iniş çıkışlar kaçınılmaz olacak.

14

Bu göletten sonraki temel hedef kuş uçuşu 4.5 km uzaklıkta bulunan Aktaş Yangın kulesine yöneleceğiz ki burası da yaklaşık 1854 metrelik bir rakıma sahiptir. Ben Pınar Tepe Yangın kulesiyle bu Aktaş’ı karıştırdığım için yol boyunca sürekli yanlış hesaplamalar yaptım çünkü Pınar Tepe en az 40 km kadarlık bir yürüyüş mesafesi yaratacaktı!

DSC06637

Bugün 28.5 km yürüdük, ancak ilk yarısı oldukça sıkı bir rotaydı ve etki olarak ayaklarda sanki 40 km yürümüşüz izlenimi bıraktı. Zaten toplamda 1267 metre çıkış yapmışız ki bu çıkış dağ-zirve çıkışları kategorisindedir. Etkinlik 9 saat 14 dakika sürdü, toplam 20 dakikalık mola hariç hep hareket halindeydik; benim GPS’in pili 2.5 km kala bittiği için bu etkinlik zamanı üzerine daha da eklemek gerekir.

Ergün Erdem hocanın Yeni Rota grubunun linklerini aşağıya veriyorum. Kışın ve de yazın Türkiye’de en sıkı, en sıra dışı yürüyüşleri yapan grup işte bu gruptur!

http://yenirota.com/trekking.html

https://www.facebook.com/yenirota

Etkinliğin fotoğrafları için aşağıdaki linkime bakılabilir:

https://photos.google.com/share/AF1QipOskIJslLEB10XfZeYtywReGXrA4xOn_WUKJlQV0oH3sf1LcddFaxik6J0_ifvrlA?key=akVPeFhqOU1vdGVfVVdGZjBZTHJHUno3TUNlY1BR

Etkinliğin teknik detayları içinse Suunto saatimin kaydettiği bilgilerin linkini aşağıya aktarıyorum:

http://www.movescount.com/moves/move322234639

Kızılcahamam ve Çamlıdere bölgeleri için hava durumu şöyle: En yüksek 1 derece görünüyor. Sabah 8.13’de güneş doğuyor ki hava bulutlu olacağına göre pek güneş beklemiyoruz! Saatler 17.37 olduğunda da güneşimiz batacak! Bugün yaklaşık -5 derecelerde yürüdük; özellikle öğleden sonra pet şişelerdeki sular dondu.

34

Etkinlik her zamanki gibi Sarı’nın Huzur lokantasındaki kahvaltıdan sonra başladı. Hava kapalıydı; kar yoktu. Asa da yoktu; Osman, meşhur asasını getirmemişti o yüzden yürüyüşte bir mucize beklemiyorduk! Sabah 8.24 gibi çok erken bir zamanda 1049 rakımdan yürüyüş başladı ve yokuş çıkarak hemen ısınmalar gerçekleşti.10

Çam ve meşe ağırlıklı bir arazide sisler içinde ilerlemeye başladık. Güneş, yüzünü bize göstermek için çırpınıyordu sanki! Beyaz karla sarı meşe yaprakları birbirleriyle hoş bir renk uyumu kurmuşlardı. Yolda elma, siyah üzüm ve ceviz takviyesi yapılıyordu; yüksek rakımlarda da bitter çikolata ve tuzlu yer fıstığıyla enerji alınmaya çalışıldı. Sis bir yoğunlaşıyor bir kayboluyordu. Ahmet hoca zaman zaman dekor bitkileri topluyordu. Kar vardı ama miktarı azdı; kuşburunlarının dışı donmuştu fakat halen içleri yumuşacıktı.

30

Sisin arkasında güneş varsa işte o zaman en gizemli görüntüler ortaya çıkar ve çıkıyordu. Sanki bir kapı aralanır, ışıklar sisli karanlık yere doğru adeta akarlar.

81591461_2668959596486222_8775181337544884224_o

Devrilmiş sarıçamlar, terkedilmiş kuyular, yosunlu kayalar, ipince patikalar ve polarlara takılan öfkeli dikenleri geride bırakıp genel olarak yükseliyorduk. Güneşin ani çıkışı havayı hemen kısa süreliğine ısıttı. Toz kar henüz yürüyüşü zorlaştırmamıştı. Yere eğilip sıfır noktasından güneşe bakınca olağanüstü pırıltılar görülebiliyordu. Yürüyüşçüler sislerin arasında sadece birer gölgeye dönüştüler.

27

6 km yürüdüğümüzde 1500 rakımları geçmiştik. Arazi zorluydu; bazen dik çıkışlar vardı; bazen titrek kavakların aşırı yoğun olduğu yerlerden geçerken dallar kamçı gibi vuruyorlardı. Aşağı ovalardaki sis okyanusunu keyifle seyrederek volkanik arazide yürümeye devam ettik. Dizler ve baldırlar epeyce çalışıyorlardı bu rotada. Yukarı çıktıkça, buzdan likenlere rastlamaya başladık. Dallardan sarkan buzların güneşe rağmen erimemesi havanın en az -5 civarlarında olduğunu gösteriyordu.

DSC06641

1600 üstü sırtlardan Çamkoru gölüne doğru ilerliyorduk. Kar iyice artmıştı. 1700 rakımların beyaz mükemmellikleri bize yorgunluğu unutturuyordu. Kesilmiş kütükler, muhteşem kar manzaraları, avukatlardan oluşan bir yürüyüş grubu ve onlara eşlik eden köpekler geride kaldı, ama köpeklerden iki tanesi bizim gruba transfer oldu üstelik bir transfer ücreti almadan!

3

Kuş uçuşu 6.5 km olan mesafeyi 15 kilometrede aldık, arazinin dikliklerini yumuşatmak isteyince kıvrımlı yol aldık ve mesafe uzadı. Köprülüğü gitmiş sadece demiri kalmış bir köprüden geçerek Hacettepe üniversitesine ait terkedilmiş, ama halen camları duran bir tesisin içine girdik ve öğle molası verdik.

24

Saatler 13.30 ve rakım da 1382’ydi. Sucuklu ekmek yendi; peynirli sandviç yendi, Osman’ın dağıttığı çaylar içildi, Stanley termosların kalitesi bir kez daha görüldü ve yeniden yürüyüş başladı.

İlk etap yorucuydu; ikinci etap orman yollarından daha rahat ilerliyordu. Amacımız Aktaş Yangın Kulesiydi. Buradaki levha 16 km yazıyordu ancak biz kestirmeden çıkıyorduk. Kuleden sonra da Alakoç yaylasına geçecektik. Ergün hoca planları 6’da minibüste olmak üzere ayarlıyordu. Çok uzaklardan Kuşçular köyünü gördük, daha geride Avdan köyü vardı. Alacakaranlıkta bu köylerin ışıkları yanmaya başlamıştı.

37

1800 rakımlara çıktığımızda hava iyice soğudu. Ekibin mukavemeti, dayanma gücü iyiydi ve durmadan ilerleniyordu. Saat 16’ya yaklaşırken 21 km yürümüştük. Ve nihayetinde harabeye dönmüş Aktaş Yangın Kulesine çıktık. Rakım 1853. Benim karıştırdığım Pınar Tepe Yangın kulesi kuş uçuşu 10 km daha uzaktaydı! Yangın kulesine en yakın yayla Alakoç yaylasıydı ve biz de hızlıca oraya yöneldik. Alacakaranlık iyice bastırırken yayladaydık. Burada ayrıca Afşarlar ve Meşeler yaylaları var. Yaylalar sona ermiş ve buralar genel olarak hayvancılığın yapılmadığı yazlık evlere, yazlık apartmanlara dönüşmüşlerdi ve umarım yazlık gökdelenlere dönüşmezler.

8

Böyle yaylalara gece girmek hoştur; köpekler havlar, hatta tehdit ederler, evlerin titrek ışıkları sanki soğuktan üşüyorlardır; bazı evlerin ahırlarında birkaç inek olur, onların sesleri yankılanır, bazen bir kaz sesi ya da bir horoz sesi duyulur; yukarıda Ay vardır, hilal şeklinde hafif ışık huzmeleri yollar. Sobalar tütüyordur ve tüten dumanın bacadan çıkarken çıkardığı ses bile sanki duyulabilir! Tamamen doğal bu sesler biz şehirlileri fazlasıyla büyüler. Doğa yürüyüşçüleri geceye kalmaktan korkarlar ama tam da gece özellikle böyle yaylalardan geçerken çok enfes güzellikler sunar. Hep gündüz dolaşan, gecenin hazinelerinden mahrum kalır!

DSC06728

Uzun zamandır bizi takip eden köpeğe de sucuklu bir sandviç vererek yürüyüşü tamamladık. Tam bir mukavemet yürüyüşü oldu. Yürüyüşçüler yorulsa bile dayanıklı oldukları için durmadan yürüdüler. Böyle bir rotayı zaten Yeni Rota dışında bir grup göze alamazdı. 3 ilçeden geçtik. Bulak-Kızılcahamam ilçesi, Çamkoru-Çamlıdere ilçesi ve Bolu-Gerede ilçesi. İnsan geçmişe dönüp bakınca doğada yaşadığı zor olan etkinlikleri, maceraları hatırlar! Güzel bir yürüyüş oldu.

DSC06747

Etkinlikte emeği geçenlere teşekkür ederek yazımı bir müzikle, başarılı bir sesle sonlandırıyorum: Ana Gabriel, Vamonos! Vámonos  Let’s leave this place, buralardan gidelim ya da gidelim anlamına geliyor.

https://www.youtube.com/watch?v=NXMLsNWKq44

Mehmet Murat ildan

https://www.facebook.com/mehmetmuratildan.quotations

https://www.goodreads.com/author/show/3164882.Mehmet_Murat_ildan

Read Full Post »

DSC02484

Yılın 316. günündeyiz. Bugün 12 Kasım 2017. 49 gün sonra bu yıl da zamanın sonsuzluğunda kaybolup gidecek, yaşadıklarımız yaşanmamış gibi olacak, gördüklerimiz görmemiş gibi, duyduklarımız duymamış gibi… Ve hayatta böyledir, yaşadıklarını devam ettiremezsin, uçup gider…

Geçmiş, hafızamızda kalan bir rüyadan ve hatta bu rüyanın kırıntılarından başka bir şey değildir; gelecekse sadece yaşanma olasılığı bulunan bir başka kısa rüya! Ve yine bir rüya daha: Sonbahar! Bizler gökkuşağını hep gökte ararız, ayda yılda bir rengârenk gökkuşağı görünce sevinç çığlığı atarız ama sonbaharda ormanlar gökkuşaklarıyla doludur! Hep yukarı bakarsan aşağı kaçar, hep aşağı bakarsan yukarı kaçar; her yere bak!

yeniceyenirota

Uzun mesafe doğa yürüyüşlerine katılmayalı epey bir zaman oldu ve işte şimdi zamanıdır, yapraklar ülkesine bir merhaba deme, hiç düşünmeden doğanın içinde öylesine bir meditasyon halinde, ama her şeyin de farkında olarak, uçan sivrisineği de, solmuş yaprağın altına gizlenmiş mantarı da, halen yiyecek arayan minik bir karıncayı da ve gökteki soluk ayı da bir film şeridi gibi görerek yürüme zamanıdır!

DSC02530

Bu hafta sonu yürüyüşümüz Yenice Ormanlarında olacak, doğacıların mabedinde! Beton kafalıların yıllardır betona dönüştürdükleri bir ülkede Yenice Ormanları henüz bozulmamış bir mucize yeridir ve yaşayan herkesin mutlaka ziyaret etmesi gereken bir huzur alanıdır, bir kaçış yeridir, bir yeşil limandır, bir özgürleşme alanıdır; şehrin iğrenç hırslarından, aptalca telaşlarından sıyrılma mekânıdır, mevkileri, işleri bırakıp kendin olma yeridir.

DSC02451

Bu bölgeleri hiç üşenmeden sürekli ziyaret eden ve bu az ziyaret edilen harika ormanlara dair bir farkındalık oluşturan Yeni Rota grubuyla, Ergün Erdem hocanın ekibiyle yürüyeceğim bugün.

http://yenirota.com/trekking.html

https://www.facebook.com/yenirota?fref=ts

Eski yoldan kahvaltı sonrası doğruca Mengen’e oradan da Devrek Gürbüzler köyü civarlarına gideceğiz ve 200 km kadar yol yapacağız. Bartın’a ve Zonguldak’a Mengen-Devrek  üzerinden bir yol var ve bir de Karabük-Yenice üzerinden bir yol var. Biz birinci yol üzerinde inip ikinci yola orman içinden uzunca bir geçiş yapacağız; bitiş noktamız Kayadibi köyü olacak. Genel olarak Kuzey-doğu yönünde yürüyeceğiz. Yaklaşık 327 rakımda yol kenarında ineceğiz. Tabii bugün hava karardığından dolayı rotayı daha fazla uzatmamak için Kayadibi köyü yerine hemen güneydeki Yamaçköye gittik…

DSC02486

Bugün için hava durumu oldukça olumlu görünüyordu ki gün içinde 20 derece sıcaklık görülebilecekti Devrek’de. Parçalı bulutlu bir hava vardı. Fakat hava durumu pek çok kişiyi yanılttı; oraya vardığımızda kapalı ve yağmur serpiştiren bir havayla karşılaştık ve esasen hiking için çok da uygun bir havaydı. Güneş çıksaydı daha güzel olurdu elbette; tıpkı üstat Goethe gibi bizler güneşi görmekten her zaman mutlu oluruz; Akdeniz insanı güneş insanıdır!

DSC02536

Bölgede yüzlerce orman yolu var ve biz sık sık trenlerin makas değiştirmesi gibi yol değiştireceğiz, değiştirmek zorundayız çünkü her yol sizi başka bir yere götürür, tıpkı hayatta olduğu gibi! Oraya saparsan şuraya gidersin; şuraya saparsan buraya gidersin! Her yolun farklı kaderi vardır ve hangi kaderi seçeceğin hayatta sana kalmıştır, sana aittir! Sana kaderin saptanmış diyene içinden gül, cevap bile verme!

DSC02505

Yazıma resmi olarak başlamadan önce geçmişe kısaca bir göz atacağım. 12 Kasım Fransız heykeltıraş Auguste Rodin’in doğum günüdür. Biz onu neyle hatırlarız? Düşünen Adam heykeliyle hatırlarız. Bir ülkenin ne kadar çok düşünen adamı varsa o kadar da sağlam bir geleceği var demektir! Eğitimi kötü bir ülke ancak düşünmeyen insanlar yaratır yani sadece bir ‘sürü’ yaratır ve sürüler çoban nereye sürerse oraya giderler! Bir ülkenin ihtiyacı olan tek şey düşünen kafalar ve bağımsız bireylerdir! Sürü kafalarla ve itaatkâr beyinlerle ancak cehenneme gidersin ve cehennem nedir? Cehennem geri kalmışlıktır, 130 yıl önce başkalarının ürettiği şeyi halen üretememektir, sanatsızlıktır, bilimsizliktir!

12 Kasım bize ayrıca sürekli unuttuğumuz bir şeyi, doğanın o muazzam gücünü hatırlatır: 12 Kasım 1939’da Erzincan’da deprem olmuş ve 33 bin kişi yaşamını yitirmişti. Akıllı ülkeler, böyle felaketleri birer milat kabul edip artık asla böyle bir şey yaşanmaması için her türlü çabayı gösterirler. Akıllı olmayan ülkelere gelince – aslında onlardan çok da bahsetmeye gerek yok ama – onlarınkinde tarih durmadan tekrar eder, bir deja-vu ülkesidir bu ülkeler, yani bu tür ülkelerde yaşayanlar hep ‘bunu önceden gördük’ hissiyatıyla yaşarlar! Sanki zaman işlemez, hep aynı şeyler mevcuttur adeta, hep aynı zamanlar, hep aynı yıkımları yaşayıp da yaşarlar, ne usanırlar ne de utanırlar!

Bugünden sadece bir gün önce 11 Kasımda doğmuş olan Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’den birkaç özlü sözle yazıma başlayacağım:Acı ve ıstırap daima büyük bir zekâ ve derin bir yürek için kaçınılmazdır. Gerçekten büyük insanlar, sanıyorum ki, yeryüzündeki en büyük üzüntüye sahiptir.” Üstat’tan yine bir alıntı: “Ancak gençken yaşanabilecek olağanüstü gecelerden biriydi, sevgili okuyucu. Gökyüzünün aydınlığına, yıldızların parıltısına bakıp da “Böylesine güzel bir gökyüzü altında, gerçekten kötü insanlar, öfkeli ve hırçın insanlar nasıl bulunabilir!” diye düşünürsünüz. Bu düşünce yine gençlik düşüncesidir. Dilerim sizin yüreğiniz de olabildiğince uzun bir zaman genç kalsın.” Ve son söz: “Herkes gerçekte olduğundan daha sertmiş gibi görünmeye çalışır, sanki herkes açıkça dışa vurunca duygularıyla alay edileceğinden korkmaktadır.”

Etkinliğin fotoğrafları için aşağıdaki linkime bakılabilir:

https://photos.google.com/share/AF1QipPv9UiYt8AxirJFJMbflpY7ige1to57dNuencPgqdQfTFCtgRPWo5jgFAu5j2fEQw?key=UWMzTkZaNFY5TzYwRG1lRTh2cWduaktXcTN3N05n

Etkinliğin teknik detayları da Movescount hesabımda mevcuttur:

http://www.movescount.com/moves/move186065308

Bugün toplam olarak 31.04 km yürüdük, arabaların motor açması gibi biz de vücut motorlarını açtık. Hiking süremiz 9 saat 28 dakika sürdü. 1113 rakımlara kadar çıkıp 305 rakımlara kadar indik!

Sarının yerinde, Huzur Lokantası’ndaki moladan sonra Devrek civarında iki yerel doğacıyı da alarak doğruca Gürbüzler köyü yakınlarına gittik. Saatimiz 10.12’yi gösteriyordu. Hedefimiz 110 rakımdaki Kayadibi köyüydü. Bu köyün hemen Kuzeydoğusunda Kayaarkası köyü de vardır. Her iki köy de Filyos nehrine yakındır. Ayrıca Kale köyü ve Yamaçköy de vardır civarda. Civar köyler önemlidir çünkü rota değişirse bu köylere kolayca geçiş yapılabilir. Planlar hep alternatif planlar olarak yapılır.

DSC02548

Hava kapalıydı, fakat yürüyüş boyunca hiç panço giyilmese de pek fazla bir ıslanma olmayacaktı, serpiştirme şeklinde bir yağmur vardı. Reha hocanın yokluğunda Koray hoca ön tarafları kapmıştı.

Birkaç sevimli av köpeğine rastladık; yosunlu kiremitlerle kaplı çatıların yanlarından geçerek ormana girdik ve girer girmez yoğun foto çekimleri, selfiler melfiler başladı. Melfi nedir dersek, belki yeni bir kelime, selfi çekerken düşme olayına, çamura basma durumuna ‘melfi’ denebilir!

Devasa kayın ağaçları, ahtapot gibi kollarıyla göğe yükselmişlerdi. Ağaçların arasında sevimli evler görüyorduk. Koyu kahverengi yaprakların üzerine düşmüş sapsarı yapraklar sanki önceden özenle hazırlanmış dekorlar gibi duruyorlardı. Ergün hocanın bıçağı, telsizi ve denizci düdüğü hemen dikkat çekiyordu! Bu düdük rahatsız etmeyen hoş bir sese sahipti ki ben de kendime bundan bir tane aldım.

DSC02524

Az sayıdaki çeşmeden birinin içi yapraklarla doluydu, yapraklar ölünce sudan bir mezara girmişlerdi. Çantam ağırdı, çantamın boş ağırlığı bile fazlaydı. 3 elma ve 3 mandalinadan başladım ağırlık azaltmaya. Yollar harika kıvrımlar yapıyordu; burada güzelliklerin ardında bir yaşam mücadelesi de vardı, her ağaç ötekini geride bırakıp göğe yükselmek için çaba gösteriyordu çünkü güneş yukarıdaydı! Hiçbir ağaç fedakârlık yapıp öteki ağaç yaşasın demiyordu, dostlar bile gizli düşmandılar; hepsi ötekini geçmek için yarış içindeydiler! Ahmet hoca muşmula buldu mu hiç kaçırmıyor önden en iyileri topluyordu, ekşileri bırakıyordu!

DSC02543

Zehirli mantarlar zehirsiz yapraklarla örtülmüşlerdi. Yürüyüşte UMKE montlu bir arkadaş da vardı ve zaman zaman ‘sağlık sorunu olursa sorun değil umkeciler var’ esprisi yapılıyordu fakat sonradan öğrendik ki umkeci bir akrabası ona montu hediye etmiş!

Yolun her kıvrımı bittiğinde ayrı bir renk mükemmelliği karşımıza çıkıyordu. Papatyalar sanki yazda mıyız duygusu veriyor, sağda solda gördüğümüz şelalelerin tabanlarındaki küçük havuzlar da insanı yüzmeye, en azından şöyle yüzünü yıkamaya davet ediyorlardı. Pek çok şelale çektim ancak vadinin derinlerinde oldukları için bulanık çıktılar. Aslında onları aşağılara inip ziyaret etmek gerekiyordu!

Kıpkırmızı yaprakla yemyeşil bir yaprağın harika birlikteliği, farklılıkların yarattığı sinerjiyi hatırlatıyordu bize, zıtlar birbirlerini tamamlıyorlardı. Kuş sesleri duyuyorduk; Cihan hoca bize geyik ayak izleri gösteriyordu. Araçta da bize kocaman bir ayı dişi gösterdi; bu dişi ona Ergün hoca hediye etti. Bu ayılara implant yapılsa müthiş paralar gerekirdi! Saat 11’lerde henüz 4 km yürümüştük. O kadar çok çeşit mantar vardı ki hangisi çekilmeli şaşırıyorduk!

Maydanoza benzeyen otlar, sülüklere benzeyen kabuksuz sümüklüböcekler, sağda solda uçuşan sivrisinekler doğanın kıştan önce epeyce canlı olduğunu gösteriyordu. Küçücük göller okyanus havasında gururluydular.

DSC02454

Ağaç mantarları, kesilmiş kütükler, her şey öylesine doğaldı! İnsan yapımı bir şeyler görmemek tuhaf bir şekilde insanı mutlu ediyordu. Ve sonra aniden New Holland çıktı karşımıza! Ormancıların traktörüne ve yeşil boyalı karavan evlerine bakıp onlara özendik! Çünkü onlar şehirlilerin yaşamadıklarını yaşıyorlardı: Dolunayı, yıldızları, sabahın temiz sislerini, bir kurdun ulumasını hep onlar yaşıyorlardı. Şehirli romantizmi bile bilmez ki! Lüks restoranda bir mum yakınca onu romantizm sanır saftirik, halbuki romantizmin kralı ve özü doğadadır. Bir kuşun kanadından çıkan sesi dinlediğinde, o kanadın rüzgârıyla serinlediğinde bundan daha büyük bir romantizm olmaz!

Artık 6.5 kilometreleri ve 500’lü rakımları geride bırakmıştık. Renkli pançolarımızla biz de doğaya renk katıyorduk ve herkes saat 14’ü bekliyordu. 14 olunca neredeysek orada durup yemek molası verecektik. Cihan hoca Japon davul grubu Kodo üyesi gibi bir kütük bulmuş davul gibi yumrukluyordu onu! Kütüğün içi boş olduğundan hoş bir ses çıkıyordu.

DSC02510

Yokuş çıkıyorduk, açıklıklarda vadinin derinlerine bakıyorduk, üstat Sigmund Freud’un bilincin derinliklerine bakması misali! Ormancıların ağır balyozlarına da rastlıyorduk. Ve nihayet 1000’li rakımlarda 14.02’de öğle yemeği başladı. Sarımsaklı kıymalı börek, çay, az şekerli kek yendi. Yağmur çiseliyordu ama ağaç altına bir damla bile düşmüyordu. Üst üste yığılı kütükler bar masaları gibi kullanılıyordu sadece garsonlar eksikti ve belki biraz da Jaz müziği. Armut pekmezleri ikram edildi. Daha da sararmış yollarda yürüyüşe devam ettik.

Ayı pislikleri gördük; vejetaryen beslenmişti ayı! Sonbahar yaprak döker, kuşlar da tüy dökerdi ve zaman zaman bu ikiliyi bir arada görüyorduk. Tüy bize her zaman tüy kalemi ve edebiyatı hatırlatıyordu. İnsanın böylesi güzel bir doğada “Sturm und Drang” (Coşumculuk)  akımına kapılmaması zordu. Orada olay sadece bir kağıt bir de kalemdi ve gerisi akış halinde gelirdi zaten…

Bazen iyice çamurlara batıyor ve ayakkabımız tümden yok oluyordu! Ağaçlara asılı unutulmuş tişörtler görüyorduk. Saatimiz 16’lara geldiğinde biz de 19 kilometrelere ulaşmıştık. Artık hava kararmaya başlamıştı. Yıkılmış ağaçlar, damlalı yapraklar arasında sakince yürürken Ahmet hocanın “ekşın” dediği olay başladı. Yolun kısaltılması için ormana dalıp kestirme yapılacaktı. 600 metrelik bir iniş yapacak, 1100 rakımdan 900’e inecektik.

DSC02464

Orman gülleri arasından oldukça keyifli bir geçiş oldu. Dere yatağından ilerledik. Bu yatakta orman güllerine tutunarak iniş yapıyorduk. Bazen orman güllerini dikenli sarmaşıklarla karıştırıp tutuyorduk ve tıpkı kızgın demiri tutan bir insan gibi anında bırakıyorduk! Bu kısaltma epey bir zaman aldı. Yosunlu taşlar iyi kaydırıyorlardı. Maceranın olduğu yerde keyif vardır! İnsan gelecekte çoğu kez sadece zor anları hatırlar çünkü zor anlar, zor zamanlar yaşadığımızı hissettiğimiz zamanlardır. Dere yatağında dikkatlice ilerlerken minik su gölcüklerindeki yansımalara gözümüz takılıyordu. Bitmeyecekmiş gibi gelen dere yatağı birden bitiverdi, fırtınanın aniden bitip güneşin açması gibi oldu.

DSC02411

Artık genişçe bir orman yoluna geldik. Her yer kabalaklarla doluydu. Ekipte artçı ben ve Yavuz kalmıştık. Hava kararmış, enfes bir alacakaranlık oluşmuştu. Bir yol ayrımına geldik. Ergün hocanın dallardan yaptığı ok sağı gösteriyordu. Sol tarafın Kayadibi köyüne gittiğini gps’ten anlayabiliyorduk. Tam 736 rakımdaydık. Belli ki Ergün hoca görece daha uzun yoldan vazgeçmiş, rotayı Yamaçköy’e çevirmişti.

DSC02439

Yürüyüşün en iyi bölümü bu oldu. 29 kilometrelerdeyken zifiri bir karanlık vardı ve kafa lambaları söndüğünde inanılmaz bir uzay manzarası çıkıyordu karşımıza. Zavallı şehirli insan! Evinde oturmuşsun, televizyon karşısında yaşamın geçiyor ama işte tam da ormanın kalbinde, karanlığın içine gizlenmiştir yaşam ve onun bütün gizemi! Değerli yürüyüşçü, geceye kalmaktan korkma, çünkü gece sana unuttuğun şeyleri, yıldızları verir, baykuş seslerini verir, gölgelerden ürpertiyi verir, serinliğin çiçeklere ve otlara bulanmış kokusunu verir, sana gerçek yaşamı verir! Geceye kalmaktan korkmadığın gibi geceyi ara, onun sessizliğini ara, onun bilgeliğini ara!

DSC02448

Kilometremiz 31.04ü gösterdiğinde artık Yamaçköy’deydik. Uzaklardan minarenin ışıklarını görmüştük, aniden ışıkları söndü, yine de o yönü hedef alarak minibüsümüze ulaştık. Tempolu bir yürüyüş oldu; çıtası 30’un altında olan çıtasını yükseltti. Güzel bir rotaydı, Yeni Rota’ydı! Şehir artık yatmaya hazırlanırken şehre girdik, yıldızsız, kömür kokulu, boş hırslara bürünmüş şehre!

DSC02571

Etkinlikte emeği geçenlere teşekkür ederek yazımı bir müzikle sonlandırıyorum: Eliya Gogo, neşeli bir Gürcü şarkısı…

https://www.youtube.com/watch?v=TL8zP2uVLbs

Mehmet Murat ildan

https://www.facebook.com/mehmetmuratildan.quotations

https://www.goodreads.com/author/show/3164882.Mehmet_Murat_ildan

Read Full Post »