Bugün 7 Kasım Pazar, 2021 yılının 311. günündeyiz ve iklimin halen ılıman olduğu bir sonbahardan geçiyoruz, en azından yarın yürüyeceğimiz bölge sıcakça görünüyor. Birazdan yürüyüş güzergâhımız hakkında bilgi vereceğim fakat öncesinde çoğu kez olduğu üzere tarihe bir bakış atacağım çünkü geleceğin pek çok yol haritası geçmişte gizlidir.
7 Kasım 1879, yani 142 yıl öncesi 1917 Rus devriminin dev isimlerinden biri olan Lev Troçki’nin ölüm günüdür; Troçki, Kızıl Ordu’yu da kuran kişidir, yaşam hikâyesinin sonu hüzünlü bitmiştir, Stalin tarafından Meksika’da suikasta kurban gitmiştir, epey bir süre de İstanbul’da kalmıştır. Onun oldukça ünlü sözleri var, bunlardan birkaçını buraya aktaracağım: “Bırakın din adamları başka bir dünya vaat etsinler. Biz cenneti yeryüzünde kuracağız.” Bir başkası şöyle: “Yalnızca Burjuvazi için parlayacaksa, güneşi de söndürürüz.”
Yıllar önce sıcak bir yaz ayında Bertram D. Wolfe’un Devrim Yapan Üç Adam kitabını okumuştum, bin sayfaya yakın uzunca bir kitaptır bu, burada Troçki de yer alır ve siyasete girip de bu tarz önemli kitapları okumamış siyasetçilerden hiçbir şey olmaz! Milletvekili adaylarına şunları, şunları okudun mu deyip okumamışlarsa gidip kumda oynamalarını tavsiye etmek gerekir ve bahsettiğim kitap da bunlardan biridir!
Şimdi yeniden asıl konumuza dönelim! Bugün yine Ergün Erdem hocanın Yeni Rota grubuyla yürüyeceğim. Doğada uzun mesafe yürüyen ciddi bir yürüyüş ve mukavemet grubudur Yeni Rota. Gidilmeyen yerlere gider, geçilmeyen yerlerden geçer, inilmeyen yerlere iner.
Bugün yürüyüşümüz Gürbüzler köyü civarlarındaki 330 rakımlı orman işletmesinden başlayacak, burası Zonguldak’a sadece 43 km uzaklıktadır. Hedefimiz Mengen’in 810 rakımlı Çubuk köyüdür. Çubuk köyü Dorukhan tüneline de oldukça yakındır. İki köy arası kuş uçuşu 18 km’dir ancak bugün biz sağdaki bölgeden iki köy arasında bir yay çizerek yürüyeceğimizden, Yenice Ormanları Bölgesi’nden geçeceğimizden muhtemelen 30 km üzerinde yürüyeceğiz.
Devrek-Yenice arasında Zonguldak’a giden yolun sağ tarafı oldukça bakir bir bölgedir, gerçek bir doğa tapınağıdır, yoğun ormanlık alandır ve biz bu soyut bölgede yürüyeceğiz. Bölgede çok sayıda orman yolu vardır, yollar karmaşıktır; bölgede kaybolan kişinin batıya doğru yürümesi ya da Ergün hocanın dediği gibi dereyi takip etmesi tavsiye edilir çünkü batı yönü ve dereler mutlaka D750 denen Zonguldak yolunu keser.
Ergün Erdem hocanın Yeni Rota grubunun linklerini aşağıya veriyorum.
http://yenirota.com/trekking.html
https://www.facebook.com/yenirota
Etkinliğin fotoğrafları için aşağıdaki linkime bakılabilir:
Etkinliğin teknik detayları içinse Suunto saatimin kaydettiği bilgilerin linkini aşağıya aktarıyorum:
Yeni Rota, gidilecek mesafeler uzakça olduğundan erkenden yola çıkan bir gruptur. Bu sabah da yine çoğu insan yatağında rüya görürken ya da memleketin genel halinden dolayı kâbus görürken, güneş henüz ortalıklarda görünmezken şehrin hayaletleri gibi yola çıkıp doğruca Huzur Lokantası’na, Sarı’nın yerine gittik. Ortalık henüz karanlıktı, sabahın yemekleri bile henüz çıkmamıştı. Geçen sefer olduğu gibi henüz soba kurulmamıştı!
Kahvaltıdan sonra doğruca yürüyüş bölgesine intikal ettik ve sabah 8.23’te yürüyüşe başladık. Önce güneydoğuya yürüyüp sonra da güneybatıya dönerek yürüyüşü tamamladık. 15. Km’de yürüyüşte bir sol el bilek incinmesi/çatlaması ya da muhtemelen kırılması olayı yaşanınca Ergün hoca asıl rotayı 10 km kadar kısalttı ve 10 km daha yürüyerek toplamda 25 km yürüyüp yola indik.
Hava serinceydi; vadiden dolayı epey bir süre güneşi görmedik. Devasa kayın ağaçları sarmaşıklar tarafından işgal edilmişlerdi. Orman kokusu iyi bir şarap kokusu gibi başları döndürdü. Ormanın güzelliklerini algılayan bir insan için orman başlı başına bir mutluluk kaynağıdır.
Karışık ormanda her türden ağaç görüyorduk; sanki bir müzede kıymetli sanat eserleri izliyor gibi bir sağa bir sola bakarak ilerliyorduk. Eller üşüyünce bir süre ceplere giriyordu. Zorlu bir araziydi; uzun yol almanın en iyi yolu orman yollarında tempolu yürümekti.
Ormanda nem oranı yüksekti. Tepeler hafif sisli pusluydu. Kimse konuşmasa sadece yaprak hışırtıları duyulacaktı. Orman işçilerini taşıyan birkaç araç geçti. Orman işçilerinin yanlarından “memleket nere?” şeklindeki sorularla geçiyorduk. Bu memleketçilik de bu toplumun bir sığınma yeriydi! Yol boyunca dizilen kütüklerin üzerlerinde büyükçe örümcekler görüyorduk!
Sobası tüten barakaların yanlarından geçerken belki de doğanın en güzel anlarını yaşayanların bizzat bu işçiler olduklarını düşünüyorduk. Muhteşem kayın ağaçlarından kesilenler falancanın filancanın evine mobilya, şöminesine odun olmak üzere traktörlerce çekiliyorlardı.
Elma, muz, orcik, fındık, vs atıştırmalıklarla yürüyor, altlarındaki toprak kayıp gitmiş olsa bile açığa çıkmış kökleriyle adeta havada duran ağaçları hayretle izliyorduk. Karaca, geyik izlerine rastladıktan sonra 400 rakımlık bir yükseliş için dere rotasına girdik. Ergün hoca bu aksiyonlardan 2 kez daha faydalanacağımızı söyledi. Zemin kaygandı, kayalıktı. Hakan bana güzel bir sopa verdi ve bu sopayla minimum kayma yaşadım, batonu hiç aratmadı. Bu kütüklü yol bizi epeyce terletti. Yukarıda sırta çıktık. Saat henüz 10.45 iken 8 km’leri aşmıştık. 1023 rakımlara kadar çıktık.
Sırttan inişe geçmiştik ki yukarıda bahsettiğim “bilek” olayından dolayı asıl rotamız iptal edildi. Sağlık işleri her şeyden önemli olduğundan artık hedef yola varmak oldu. Güneş, ormanı ve bizi iyice ısıttı, sanki bize bir büyü yaptı. Uzaktaki titreyen kavaklar da altın renklerinden dolayı gerçekten göz kamaştırdılar. Renk cümbüşü arasında ana mola yerimize ulaştık.
Sucuklu sandviç ve Hacıbaba böreği yendi; Koray hoca Selanik kurusu verdi, Atıf pestil verdi, Ahmet hoca fındık verdi, iyice enerji alındı ve bir küçük şelaleye doğru iniş yapıldı. Burası gerçek bir huzur bölgesiydi. Yerde ayı ve karaca izleri vardı. İnsanoğlunun bütün o telaşından, ahmak hırslarından, bütün o küçüklüğünden burada hiçbir iz yoktu; burası doğanın bilge cennetiydi. Pazar gününü AVM’lerde geçirenler, şehir hayatının bu bahtsız köleleri buradaki kutsal tapınağın güzelliğini hiçbir zaman anlayamazlar. Burada bir ateş yakılsa, gece dolunay çıksa, baykuş ötse, bütün bunlar doğanın muhteşemlikleridir!
Güneş bugün bizi iyice yaktı; muşmulalar görüldükleri yerde yendiler. Aşağıdaki derenin derinlerinde çatırtılar duyduk ki kesinlikle bir ayıydı bu. Az sayıda çeşme, az sayıda kuşburnu ve nemden siyahlaşmış mantarlar gördük. Bu bölgedeki orman yollarında 1000 km rahatlıkla vardır ve Bolu-Ankara illerindeki korkunç nüfusa rağmen orada olan sadece bizlerdik! Yürüyüşümüzü Devrek Orman İşletmesi Davurga Bölgesi’nde bitirdik.
Geçmişte Yahya Kabak hocanın şu sözünü hatırladım ve hatırlatayım: “İyi ki geldik, iyi ki buradayız!” Orman bizi dinlendirdi, gözümüzü şenlendirdi, kaslarımızı çalıştırdı. Orman bize hep verir, tıpkı bir iyilik perisi gibi! Ormanın sihrini yaşamak, biz insanoğullarının varoluş içinde sahip olduğu en değerli hediyelerden biridir.
Ergün hoca her zamanki gibi yine harika bir rota seçmiş. Etkinlikte emeği geçen herkese teşekkür ederek yazımı bir müzikle sonlandırıyorum: Kajra Re, güzel bir Hint şarkısı, popüler sanatçı Aishwarya söylüyor.
Mehmet Murat ildan
https://www.facebook.com/mehmetmuratildan.quotations
https://www.goodreads.com/author/show/3164882.Mehmet_Murat_ildan