Feeds:
Posts
Comments

Posts Tagged ‘Yenice Ormanları’

Bugün 7 Kasım Pazar, 2021 yılının 311. günündeyiz ve iklimin halen ılıman olduğu bir sonbahardan geçiyoruz, en azından yarın yürüyeceğimiz bölge sıcakça görünüyor. Birazdan yürüyüş güzergâhımız hakkında bilgi vereceğim fakat öncesinde çoğu kez olduğu üzere tarihe bir bakış atacağım çünkü geleceğin pek çok yol haritası geçmişte gizlidir.

7 Kasım 1879, yani 142 yıl öncesi 1917 Rus devriminin dev isimlerinden biri olan Lev Troçki’nin ölüm günüdür; Troçki, Kızıl Ordu’yu da kuran kişidir, yaşam hikâyesinin sonu hüzünlü bitmiştir, Stalin tarafından Meksika’da suikasta kurban gitmiştir, epey bir süre de İstanbul’da kalmıştır. Onun oldukça ünlü sözleri var, bunlardan birkaçını buraya aktaracağım: “Bırakın din adamları başka bir dünya vaat etsinler. Biz cenneti yeryüzünde kuracağız.” Bir başkası şöyle: “Yalnızca Burjuvazi için parlayacaksa, güneşi de söndürürüz.”

Yıllar önce sıcak bir yaz ayında Bertram D. Wolfe’un Devrim Yapan Üç Adam kitabını okumuştum, bin sayfaya yakın uzunca bir kitaptır bu, burada Troçki de yer alır ve siyasete girip de bu tarz önemli kitapları okumamış siyasetçilerden hiçbir şey olmaz! Milletvekili adaylarına şunları, şunları okudun mu deyip okumamışlarsa gidip kumda oynamalarını tavsiye etmek gerekir ve bahsettiğim kitap da bunlardan biridir!

Şimdi yeniden asıl konumuza dönelim! Bugün yine Ergün Erdem hocanın Yeni Rota grubuyla yürüyeceğim. Doğada uzun mesafe yürüyen ciddi bir yürüyüş ve mukavemet grubudur Yeni Rota. Gidilmeyen yerlere gider, geçilmeyen yerlerden geçer, inilmeyen yerlere iner.

Bugün yürüyüşümüz Gürbüzler köyü civarlarındaki 330 rakımlı orman işletmesinden başlayacak, burası Zonguldak’a sadece 43 km uzaklıktadır. Hedefimiz Mengen’in 810 rakımlı Çubuk köyüdür. Çubuk köyü Dorukhan tüneline de oldukça yakındır. İki köy arası kuş uçuşu 18 km’dir ancak bugün biz sağdaki bölgeden iki köy arasında bir yay çizerek yürüyeceğimizden, Yenice Ormanları Bölgesi’nden geçeceğimizden muhtemelen 30 km üzerinde yürüyeceğiz.

Devrek-Yenice arasında Zonguldak’a giden yolun sağ tarafı oldukça bakir bir bölgedir, gerçek bir doğa tapınağıdır, yoğun ormanlık alandır ve biz bu soyut bölgede yürüyeceğiz. Bölgede çok sayıda orman yolu vardır, yollar karmaşıktır; bölgede kaybolan kişinin batıya doğru yürümesi ya da Ergün hocanın dediği gibi dereyi takip etmesi tavsiye edilir çünkü batı yönü ve dereler mutlaka D750 denen Zonguldak yolunu keser.

Ergün Erdem hocanın Yeni Rota grubunun linklerini aşağıya veriyorum.

http://yenirota.com/trekking.html

https://www.facebook.com/yenirota

Etkinliğin fotoğrafları için aşağıdaki linkime bakılabilir:

https://photos.google.com/share/AF1QipOMNbsH5dW6lxEha6xd5lbTkx_-8tgm2vusf1BXEWjMgS6vIcORSmcAOsYn9hgytA?key=dl9DRTdRc0JITVo2SEZINFAxemdtZW92VjFhM1Fn

Etkinliğin teknik detayları içinse Suunto saatimin kaydettiği bilgilerin linkini aşağıya aktarıyorum:

https://www.suunto.com/move/mehmetmuratildan/618803351feded2e6785da51?fbclid=IwAR3PZBH4RIq898Bp84Xw8EjvQm-swqFGMoYs_Do6Tmb4x4lGD7R6I_7TB_E

Yeni Rota, gidilecek mesafeler uzakça olduğundan erkenden yola çıkan bir gruptur. Bu sabah da yine çoğu insan yatağında rüya görürken ya da memleketin genel halinden dolayı kâbus görürken, güneş henüz ortalıklarda görünmezken şehrin hayaletleri gibi yola çıkıp doğruca Huzur Lokantası’na, Sarı’nın yerine gittik. Ortalık henüz karanlıktı, sabahın yemekleri bile henüz çıkmamıştı. Geçen sefer olduğu gibi henüz soba kurulmamıştı!

Kahvaltıdan sonra doğruca yürüyüş bölgesine intikal ettik ve sabah 8.23’te yürüyüşe başladık. Önce güneydoğuya yürüyüp sonra da güneybatıya dönerek yürüyüşü tamamladık. 15. Km’de yürüyüşte bir sol el bilek incinmesi/çatlaması ya da muhtemelen kırılması olayı yaşanınca Ergün hoca asıl rotayı 10 km kadar kısalttı ve 10 km daha yürüyerek toplamda 25 km yürüyüp yola indik.

Hava serinceydi; vadiden dolayı epey bir süre güneşi görmedik. Devasa kayın ağaçları sarmaşıklar tarafından işgal edilmişlerdi. Orman kokusu iyi bir şarap kokusu gibi başları döndürdü. Ormanın güzelliklerini algılayan bir insan için orman başlı başına bir mutluluk kaynağıdır.

Karışık ormanda her türden ağaç görüyorduk; sanki bir müzede kıymetli sanat eserleri izliyor gibi bir sağa bir sola bakarak ilerliyorduk. Eller üşüyünce bir süre ceplere giriyordu. Zorlu bir araziydi; uzun yol almanın en iyi yolu orman yollarında tempolu yürümekti.

Ormanda nem oranı yüksekti. Tepeler hafif sisli pusluydu. Kimse konuşmasa sadece yaprak hışırtıları duyulacaktı. Orman işçilerini taşıyan birkaç araç geçti. Orman işçilerinin yanlarından “memleket nere?” şeklindeki sorularla geçiyorduk. Bu memleketçilik de bu toplumun bir sığınma yeriydi! Yol boyunca dizilen kütüklerin üzerlerinde büyükçe örümcekler görüyorduk!

Sobası tüten barakaların yanlarından geçerken belki de doğanın en güzel anlarını yaşayanların bizzat bu işçiler olduklarını düşünüyorduk. Muhteşem kayın ağaçlarından kesilenler falancanın filancanın evine mobilya, şöminesine odun olmak üzere traktörlerce çekiliyorlardı.

Elma, muz, orcik, fındık, vs atıştırmalıklarla yürüyor, altlarındaki toprak kayıp gitmiş olsa bile açığa çıkmış kökleriyle adeta havada duran ağaçları hayretle izliyorduk. Karaca, geyik izlerine rastladıktan sonra 400 rakımlık bir yükseliş için dere rotasına girdik. Ergün hoca bu aksiyonlardan 2 kez daha faydalanacağımızı söyledi. Zemin kaygandı, kayalıktı. Hakan bana güzel bir sopa verdi ve bu sopayla minimum kayma yaşadım, batonu hiç aratmadı. Bu kütüklü yol bizi epeyce terletti. Yukarıda sırta çıktık. Saat henüz 10.45 iken 8 km’leri aşmıştık. 1023 rakımlara kadar çıktık.

Sırttan inişe geçmiştik ki yukarıda bahsettiğim “bilek” olayından dolayı asıl rotamız iptal edildi. Sağlık işleri her şeyden önemli olduğundan artık hedef yola varmak oldu. Güneş, ormanı ve bizi iyice ısıttı, sanki bize bir büyü yaptı. Uzaktaki titreyen kavaklar da altın renklerinden dolayı gerçekten göz kamaştırdılar. Renk cümbüşü arasında ana mola yerimize ulaştık.

Sucuklu sandviç ve Hacıbaba böreği yendi; Koray hoca Selanik kurusu verdi, Atıf pestil verdi, Ahmet hoca fındık verdi, iyice enerji alındı ve bir küçük şelaleye doğru iniş yapıldı. Burası gerçek bir huzur bölgesiydi. Yerde ayı ve karaca izleri vardı. İnsanoğlunun bütün o telaşından, ahmak hırslarından, bütün o küçüklüğünden burada hiçbir iz yoktu; burası doğanın bilge cennetiydi. Pazar gününü AVM’lerde geçirenler, şehir hayatının bu bahtsız köleleri buradaki kutsal tapınağın güzelliğini hiçbir zaman anlayamazlar. Burada bir ateş yakılsa, gece dolunay çıksa, baykuş ötse, bütün bunlar doğanın muhteşemlikleridir!

Güneş bugün bizi iyice yaktı; muşmulalar görüldükleri yerde yendiler. Aşağıdaki derenin derinlerinde çatırtılar duyduk ki kesinlikle bir ayıydı bu. Az sayıda çeşme, az sayıda kuşburnu ve nemden siyahlaşmış mantarlar gördük. Bu bölgedeki orman yollarında 1000 km rahatlıkla vardır ve Bolu-Ankara illerindeki korkunç nüfusa rağmen orada olan sadece bizlerdik! Yürüyüşümüzü Devrek Orman İşletmesi Davurga Bölgesi’nde bitirdik.

Geçmişte Yahya Kabak hocanın şu sözünü hatırladım ve hatırlatayım: “İyi ki geldik, iyi ki buradayız!” Orman bizi dinlendirdi, gözümüzü şenlendirdi, kaslarımızı çalıştırdı. Orman bize hep verir, tıpkı bir iyilik perisi gibi! Ormanın sihrini yaşamak, biz insanoğullarının varoluş içinde sahip olduğu en değerli hediyelerden biridir.

Ergün hoca her zamanki gibi yine harika bir rota seçmiş. Etkinlikte emeği geçen herkese teşekkür ederek yazımı bir müzikle sonlandırıyorum: Kajra Re, güzel bir Hint şarkısı, popüler sanatçı Aishwarya söylüyor.

Mehmet Murat ildan

https://www.facebook.com/mehmetmuratildan.quotations

https://www.goodreads.com/author/show/3164882.Mehmet_Murat_ildan

Read Full Post »

DSC02484

Yılın 316. günündeyiz. Bugün 12 Kasım 2017. 49 gün sonra bu yıl da zamanın sonsuzluğunda kaybolup gidecek, yaşadıklarımız yaşanmamış gibi olacak, gördüklerimiz görmemiş gibi, duyduklarımız duymamış gibi… Ve hayatta böyledir, yaşadıklarını devam ettiremezsin, uçup gider…

Geçmiş, hafızamızda kalan bir rüyadan ve hatta bu rüyanın kırıntılarından başka bir şey değildir; gelecekse sadece yaşanma olasılığı bulunan bir başka kısa rüya! Ve yine bir rüya daha: Sonbahar! Bizler gökkuşağını hep gökte ararız, ayda yılda bir rengârenk gökkuşağı görünce sevinç çığlığı atarız ama sonbaharda ormanlar gökkuşaklarıyla doludur! Hep yukarı bakarsan aşağı kaçar, hep aşağı bakarsan yukarı kaçar; her yere bak!

yeniceyenirota

Uzun mesafe doğa yürüyüşlerine katılmayalı epey bir zaman oldu ve işte şimdi zamanıdır, yapraklar ülkesine bir merhaba deme, hiç düşünmeden doğanın içinde öylesine bir meditasyon halinde, ama her şeyin de farkında olarak, uçan sivrisineği de, solmuş yaprağın altına gizlenmiş mantarı da, halen yiyecek arayan minik bir karıncayı da ve gökteki soluk ayı da bir film şeridi gibi görerek yürüme zamanıdır!

DSC02530

Bu hafta sonu yürüyüşümüz Yenice Ormanlarında olacak, doğacıların mabedinde! Beton kafalıların yıllardır betona dönüştürdükleri bir ülkede Yenice Ormanları henüz bozulmamış bir mucize yeridir ve yaşayan herkesin mutlaka ziyaret etmesi gereken bir huzur alanıdır, bir kaçış yeridir, bir yeşil limandır, bir özgürleşme alanıdır; şehrin iğrenç hırslarından, aptalca telaşlarından sıyrılma mekânıdır, mevkileri, işleri bırakıp kendin olma yeridir.

DSC02451

Bu bölgeleri hiç üşenmeden sürekli ziyaret eden ve bu az ziyaret edilen harika ormanlara dair bir farkındalık oluşturan Yeni Rota grubuyla, Ergün Erdem hocanın ekibiyle yürüyeceğim bugün.

http://yenirota.com/trekking.html

https://www.facebook.com/yenirota?fref=ts

Eski yoldan kahvaltı sonrası doğruca Mengen’e oradan da Devrek Gürbüzler köyü civarlarına gideceğiz ve 200 km kadar yol yapacağız. Bartın’a ve Zonguldak’a Mengen-Devrek  üzerinden bir yol var ve bir de Karabük-Yenice üzerinden bir yol var. Biz birinci yol üzerinde inip ikinci yola orman içinden uzunca bir geçiş yapacağız; bitiş noktamız Kayadibi köyü olacak. Genel olarak Kuzey-doğu yönünde yürüyeceğiz. Yaklaşık 327 rakımda yol kenarında ineceğiz. Tabii bugün hava karardığından dolayı rotayı daha fazla uzatmamak için Kayadibi köyü yerine hemen güneydeki Yamaçköye gittik…

DSC02486

Bugün için hava durumu oldukça olumlu görünüyordu ki gün içinde 20 derece sıcaklık görülebilecekti Devrek’de. Parçalı bulutlu bir hava vardı. Fakat hava durumu pek çok kişiyi yanılttı; oraya vardığımızda kapalı ve yağmur serpiştiren bir havayla karşılaştık ve esasen hiking için çok da uygun bir havaydı. Güneş çıksaydı daha güzel olurdu elbette; tıpkı üstat Goethe gibi bizler güneşi görmekten her zaman mutlu oluruz; Akdeniz insanı güneş insanıdır!

DSC02536

Bölgede yüzlerce orman yolu var ve biz sık sık trenlerin makas değiştirmesi gibi yol değiştireceğiz, değiştirmek zorundayız çünkü her yol sizi başka bir yere götürür, tıpkı hayatta olduğu gibi! Oraya saparsan şuraya gidersin; şuraya saparsan buraya gidersin! Her yolun farklı kaderi vardır ve hangi kaderi seçeceğin hayatta sana kalmıştır, sana aittir! Sana kaderin saptanmış diyene içinden gül, cevap bile verme!

DSC02505

Yazıma resmi olarak başlamadan önce geçmişe kısaca bir göz atacağım. 12 Kasım Fransız heykeltıraş Auguste Rodin’in doğum günüdür. Biz onu neyle hatırlarız? Düşünen Adam heykeliyle hatırlarız. Bir ülkenin ne kadar çok düşünen adamı varsa o kadar da sağlam bir geleceği var demektir! Eğitimi kötü bir ülke ancak düşünmeyen insanlar yaratır yani sadece bir ‘sürü’ yaratır ve sürüler çoban nereye sürerse oraya giderler! Bir ülkenin ihtiyacı olan tek şey düşünen kafalar ve bağımsız bireylerdir! Sürü kafalarla ve itaatkâr beyinlerle ancak cehenneme gidersin ve cehennem nedir? Cehennem geri kalmışlıktır, 130 yıl önce başkalarının ürettiği şeyi halen üretememektir, sanatsızlıktır, bilimsizliktir!

12 Kasım bize ayrıca sürekli unuttuğumuz bir şeyi, doğanın o muazzam gücünü hatırlatır: 12 Kasım 1939’da Erzincan’da deprem olmuş ve 33 bin kişi yaşamını yitirmişti. Akıllı ülkeler, böyle felaketleri birer milat kabul edip artık asla böyle bir şey yaşanmaması için her türlü çabayı gösterirler. Akıllı olmayan ülkelere gelince – aslında onlardan çok da bahsetmeye gerek yok ama – onlarınkinde tarih durmadan tekrar eder, bir deja-vu ülkesidir bu ülkeler, yani bu tür ülkelerde yaşayanlar hep ‘bunu önceden gördük’ hissiyatıyla yaşarlar! Sanki zaman işlemez, hep aynı şeyler mevcuttur adeta, hep aynı zamanlar, hep aynı yıkımları yaşayıp da yaşarlar, ne usanırlar ne de utanırlar!

Bugünden sadece bir gün önce 11 Kasımda doğmuş olan Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’den birkaç özlü sözle yazıma başlayacağım:Acı ve ıstırap daima büyük bir zekâ ve derin bir yürek için kaçınılmazdır. Gerçekten büyük insanlar, sanıyorum ki, yeryüzündeki en büyük üzüntüye sahiptir.” Üstat’tan yine bir alıntı: “Ancak gençken yaşanabilecek olağanüstü gecelerden biriydi, sevgili okuyucu. Gökyüzünün aydınlığına, yıldızların parıltısına bakıp da “Böylesine güzel bir gökyüzü altında, gerçekten kötü insanlar, öfkeli ve hırçın insanlar nasıl bulunabilir!” diye düşünürsünüz. Bu düşünce yine gençlik düşüncesidir. Dilerim sizin yüreğiniz de olabildiğince uzun bir zaman genç kalsın.” Ve son söz: “Herkes gerçekte olduğundan daha sertmiş gibi görünmeye çalışır, sanki herkes açıkça dışa vurunca duygularıyla alay edileceğinden korkmaktadır.”

Etkinliğin fotoğrafları için aşağıdaki linkime bakılabilir:

https://photos.google.com/share/AF1QipPv9UiYt8AxirJFJMbflpY7ige1to57dNuencPgqdQfTFCtgRPWo5jgFAu5j2fEQw?key=UWMzTkZaNFY5TzYwRG1lRTh2cWduaktXcTN3N05n

Etkinliğin teknik detayları da Movescount hesabımda mevcuttur:

http://www.movescount.com/moves/move186065308

Bugün toplam olarak 31.04 km yürüdük, arabaların motor açması gibi biz de vücut motorlarını açtık. Hiking süremiz 9 saat 28 dakika sürdü. 1113 rakımlara kadar çıkıp 305 rakımlara kadar indik!

Sarının yerinde, Huzur Lokantası’ndaki moladan sonra Devrek civarında iki yerel doğacıyı da alarak doğruca Gürbüzler köyü yakınlarına gittik. Saatimiz 10.12’yi gösteriyordu. Hedefimiz 110 rakımdaki Kayadibi köyüydü. Bu köyün hemen Kuzeydoğusunda Kayaarkası köyü de vardır. Her iki köy de Filyos nehrine yakındır. Ayrıca Kale köyü ve Yamaçköy de vardır civarda. Civar köyler önemlidir çünkü rota değişirse bu köylere kolayca geçiş yapılabilir. Planlar hep alternatif planlar olarak yapılır.

DSC02548

Hava kapalıydı, fakat yürüyüş boyunca hiç panço giyilmese de pek fazla bir ıslanma olmayacaktı, serpiştirme şeklinde bir yağmur vardı. Reha hocanın yokluğunda Koray hoca ön tarafları kapmıştı.

Birkaç sevimli av köpeğine rastladık; yosunlu kiremitlerle kaplı çatıların yanlarından geçerek ormana girdik ve girer girmez yoğun foto çekimleri, selfiler melfiler başladı. Melfi nedir dersek, belki yeni bir kelime, selfi çekerken düşme olayına, çamura basma durumuna ‘melfi’ denebilir!

Devasa kayın ağaçları, ahtapot gibi kollarıyla göğe yükselmişlerdi. Ağaçların arasında sevimli evler görüyorduk. Koyu kahverengi yaprakların üzerine düşmüş sapsarı yapraklar sanki önceden özenle hazırlanmış dekorlar gibi duruyorlardı. Ergün hocanın bıçağı, telsizi ve denizci düdüğü hemen dikkat çekiyordu! Bu düdük rahatsız etmeyen hoş bir sese sahipti ki ben de kendime bundan bir tane aldım.

DSC02524

Az sayıdaki çeşmeden birinin içi yapraklarla doluydu, yapraklar ölünce sudan bir mezara girmişlerdi. Çantam ağırdı, çantamın boş ağırlığı bile fazlaydı. 3 elma ve 3 mandalinadan başladım ağırlık azaltmaya. Yollar harika kıvrımlar yapıyordu; burada güzelliklerin ardında bir yaşam mücadelesi de vardı, her ağaç ötekini geride bırakıp göğe yükselmek için çaba gösteriyordu çünkü güneş yukarıdaydı! Hiçbir ağaç fedakârlık yapıp öteki ağaç yaşasın demiyordu, dostlar bile gizli düşmandılar; hepsi ötekini geçmek için yarış içindeydiler! Ahmet hoca muşmula buldu mu hiç kaçırmıyor önden en iyileri topluyordu, ekşileri bırakıyordu!

DSC02543

Zehirli mantarlar zehirsiz yapraklarla örtülmüşlerdi. Yürüyüşte UMKE montlu bir arkadaş da vardı ve zaman zaman ‘sağlık sorunu olursa sorun değil umkeciler var’ esprisi yapılıyordu fakat sonradan öğrendik ki umkeci bir akrabası ona montu hediye etmiş!

Yolun her kıvrımı bittiğinde ayrı bir renk mükemmelliği karşımıza çıkıyordu. Papatyalar sanki yazda mıyız duygusu veriyor, sağda solda gördüğümüz şelalelerin tabanlarındaki küçük havuzlar da insanı yüzmeye, en azından şöyle yüzünü yıkamaya davet ediyorlardı. Pek çok şelale çektim ancak vadinin derinlerinde oldukları için bulanık çıktılar. Aslında onları aşağılara inip ziyaret etmek gerekiyordu!

Kıpkırmızı yaprakla yemyeşil bir yaprağın harika birlikteliği, farklılıkların yarattığı sinerjiyi hatırlatıyordu bize, zıtlar birbirlerini tamamlıyorlardı. Kuş sesleri duyuyorduk; Cihan hoca bize geyik ayak izleri gösteriyordu. Araçta da bize kocaman bir ayı dişi gösterdi; bu dişi ona Ergün hoca hediye etti. Bu ayılara implant yapılsa müthiş paralar gerekirdi! Saat 11’lerde henüz 4 km yürümüştük. O kadar çok çeşit mantar vardı ki hangisi çekilmeli şaşırıyorduk!

Maydanoza benzeyen otlar, sülüklere benzeyen kabuksuz sümüklüböcekler, sağda solda uçuşan sivrisinekler doğanın kıştan önce epeyce canlı olduğunu gösteriyordu. Küçücük göller okyanus havasında gururluydular.

DSC02454

Ağaç mantarları, kesilmiş kütükler, her şey öylesine doğaldı! İnsan yapımı bir şeyler görmemek tuhaf bir şekilde insanı mutlu ediyordu. Ve sonra aniden New Holland çıktı karşımıza! Ormancıların traktörüne ve yeşil boyalı karavan evlerine bakıp onlara özendik! Çünkü onlar şehirlilerin yaşamadıklarını yaşıyorlardı: Dolunayı, yıldızları, sabahın temiz sislerini, bir kurdun ulumasını hep onlar yaşıyorlardı. Şehirli romantizmi bile bilmez ki! Lüks restoranda bir mum yakınca onu romantizm sanır saftirik, halbuki romantizmin kralı ve özü doğadadır. Bir kuşun kanadından çıkan sesi dinlediğinde, o kanadın rüzgârıyla serinlediğinde bundan daha büyük bir romantizm olmaz!

Artık 6.5 kilometreleri ve 500’lü rakımları geride bırakmıştık. Renkli pançolarımızla biz de doğaya renk katıyorduk ve herkes saat 14’ü bekliyordu. 14 olunca neredeysek orada durup yemek molası verecektik. Cihan hoca Japon davul grubu Kodo üyesi gibi bir kütük bulmuş davul gibi yumrukluyordu onu! Kütüğün içi boş olduğundan hoş bir ses çıkıyordu.

DSC02510

Yokuş çıkıyorduk, açıklıklarda vadinin derinlerine bakıyorduk, üstat Sigmund Freud’un bilincin derinliklerine bakması misali! Ormancıların ağır balyozlarına da rastlıyorduk. Ve nihayet 1000’li rakımlarda 14.02’de öğle yemeği başladı. Sarımsaklı kıymalı börek, çay, az şekerli kek yendi. Yağmur çiseliyordu ama ağaç altına bir damla bile düşmüyordu. Üst üste yığılı kütükler bar masaları gibi kullanılıyordu sadece garsonlar eksikti ve belki biraz da Jaz müziği. Armut pekmezleri ikram edildi. Daha da sararmış yollarda yürüyüşe devam ettik.

Ayı pislikleri gördük; vejetaryen beslenmişti ayı! Sonbahar yaprak döker, kuşlar da tüy dökerdi ve zaman zaman bu ikiliyi bir arada görüyorduk. Tüy bize her zaman tüy kalemi ve edebiyatı hatırlatıyordu. İnsanın böylesi güzel bir doğada “Sturm und Drang” (Coşumculuk)  akımına kapılmaması zordu. Orada olay sadece bir kağıt bir de kalemdi ve gerisi akış halinde gelirdi zaten…

Bazen iyice çamurlara batıyor ve ayakkabımız tümden yok oluyordu! Ağaçlara asılı unutulmuş tişörtler görüyorduk. Saatimiz 16’lara geldiğinde biz de 19 kilometrelere ulaşmıştık. Artık hava kararmaya başlamıştı. Yıkılmış ağaçlar, damlalı yapraklar arasında sakince yürürken Ahmet hocanın “ekşın” dediği olay başladı. Yolun kısaltılması için ormana dalıp kestirme yapılacaktı. 600 metrelik bir iniş yapacak, 1100 rakımdan 900’e inecektik.

DSC02464

Orman gülleri arasından oldukça keyifli bir geçiş oldu. Dere yatağından ilerledik. Bu yatakta orman güllerine tutunarak iniş yapıyorduk. Bazen orman güllerini dikenli sarmaşıklarla karıştırıp tutuyorduk ve tıpkı kızgın demiri tutan bir insan gibi anında bırakıyorduk! Bu kısaltma epey bir zaman aldı. Yosunlu taşlar iyi kaydırıyorlardı. Maceranın olduğu yerde keyif vardır! İnsan gelecekte çoğu kez sadece zor anları hatırlar çünkü zor anlar, zor zamanlar yaşadığımızı hissettiğimiz zamanlardır. Dere yatağında dikkatlice ilerlerken minik su gölcüklerindeki yansımalara gözümüz takılıyordu. Bitmeyecekmiş gibi gelen dere yatağı birden bitiverdi, fırtınanın aniden bitip güneşin açması gibi oldu.

DSC02411

Artık genişçe bir orman yoluna geldik. Her yer kabalaklarla doluydu. Ekipte artçı ben ve Yavuz kalmıştık. Hava kararmış, enfes bir alacakaranlık oluşmuştu. Bir yol ayrımına geldik. Ergün hocanın dallardan yaptığı ok sağı gösteriyordu. Sol tarafın Kayadibi köyüne gittiğini gps’ten anlayabiliyorduk. Tam 736 rakımdaydık. Belli ki Ergün hoca görece daha uzun yoldan vazgeçmiş, rotayı Yamaçköy’e çevirmişti.

DSC02439

Yürüyüşün en iyi bölümü bu oldu. 29 kilometrelerdeyken zifiri bir karanlık vardı ve kafa lambaları söndüğünde inanılmaz bir uzay manzarası çıkıyordu karşımıza. Zavallı şehirli insan! Evinde oturmuşsun, televizyon karşısında yaşamın geçiyor ama işte tam da ormanın kalbinde, karanlığın içine gizlenmiştir yaşam ve onun bütün gizemi! Değerli yürüyüşçü, geceye kalmaktan korkma, çünkü gece sana unuttuğun şeyleri, yıldızları verir, baykuş seslerini verir, gölgelerden ürpertiyi verir, serinliğin çiçeklere ve otlara bulanmış kokusunu verir, sana gerçek yaşamı verir! Geceye kalmaktan korkmadığın gibi geceyi ara, onun sessizliğini ara, onun bilgeliğini ara!

DSC02448

Kilometremiz 31.04ü gösterdiğinde artık Yamaçköy’deydik. Uzaklardan minarenin ışıklarını görmüştük, aniden ışıkları söndü, yine de o yönü hedef alarak minibüsümüze ulaştık. Tempolu bir yürüyüş oldu; çıtası 30’un altında olan çıtasını yükseltti. Güzel bir rotaydı, Yeni Rota’ydı! Şehir artık yatmaya hazırlanırken şehre girdik, yıldızsız, kömür kokulu, boş hırslara bürünmüş şehre!

DSC02571

Etkinlikte emeği geçenlere teşekkür ederek yazımı bir müzikle sonlandırıyorum: Eliya Gogo, neşeli bir Gürcü şarkısı…

https://www.youtube.com/watch?v=TL8zP2uVLbs

Mehmet Murat ildan

https://www.facebook.com/mehmetmuratildan.quotations

https://www.goodreads.com/author/show/3164882.Mehmet_Murat_ildan

Read Full Post »

Bugün 1 Temmuz Pazar günü. Bu hafta sonu etkinliğimi Yenice Şeker Kanyonu’nda yaptım. Buraya epeydir gitmek istiyordum, gün bugünmüş! 2 kişilik bu etkinliğin ayrıntılarına geçmeden önce maziye bir bakış atacağım.

Bugün Fransız yazar George Sand’in doğum günü. İsmine bakıp onu erkek sananlar olabilir ama George Sand kadın romancıdır; müstear isimdir bu, yani takma addır! Asıl ismi Amantine Lucile Aurore Dupin! Ondan bir sözle yazıma resmi başlangıç yapacağım: “Mutluluk daima yakınımızdadır, yakalamak için çoğu zaman elimizi uzatmak yeter!”

Bu sabah 10’da Şeker Kanyonu fikri aklıma geldi ve 10.50’de Ankara’dan yola çıktık. Google Earth’ten hızlı bir şekilde kanyonun nerede olduğuna baktım, ayrıntılı bilgi edinmeye zaman yoktu. Gerede otobanına girdik. Şeker Kanyonu’na 2 yoldan gidilebiliyor; biz uzun olanını seçtik.  Önce Yeniçağa denen yere gittik; otoban ücreti KGS kartıyla 2.25 liradır. Oradan Mengen’e geçtik. Mengen’den sonra bastonlarıyla ünlü Devrek gelir. Devrek’ten önce ise Dorukhan Tüneli vardır. Bu tünel girişinde kısa bir şok yaşanıyor; kocaman bir yazı var, tünel kapalı diye! Otomatikman yol yok, dönelim en iyisi tarzında düşünüyor insan. Tünel çalışması var ve yolu da yandaki yeni tünelden vermişler! Sağdaki tünel kapalıdır; soldakinden ilerleyin diyeceklerine Tünel Kapalı diye yazmış aptallar! Bir araç da bize sordu ne yapılacak diye, derken yandaki tünelden geçildiğini gördük, uyduruk da bir ok işareti vardı! Memleket “ifade” ve “ayrıntı” özürlü sanki!

Bu tüneli geçince sağda Dorukhan Alabalık Tesisleri vardır; güzel ve huzurlu bir yerdir. Burayı bize Ülkü Gürler hoca birkaç yıl önce kazandırmıştı. Kişi başı 15 liraya semaverli, gül reçelli, zeytinli, ballı güzel bir kahvaltı verirler. Sağda solda tavuklar dolaşır; yumurtalar hemen yakındaki kümesten gelirler, köy yumurtalarının o ağır tatları ve keskin kokuları vardır ama lezzetlidirler. Ankara’dan özel araçla buraya gelmek 1 saat 40 dakika alır, ama değer.

Devrek’ten geçerek Gökçebey-Yenice-Karabük yönüne döndük. Tipik Karadeniz yeşili her yere hâkimdir; ormanlar çok sıktır. Aniden karşınıza baraj gölleri çıkarlar. Yenice’yi geçtikten sonra, Karabük’e 33 km kala “Şeker Kanyonu – Yenice Kent Ormanı” tabelası çıkar. Biz önce Şeker isimli köprüyü gördük ve hemen frene bastık! Buraya Eskipazar-Karabük üzerinden gelmek daha yakındır ve yol çok daha nizamidir; bu 2. Yol 238 kilometredir, yani yaklaşık 3.5 saatte gelinebilecek bir yerdir. Ankaralı gezginlerin burayı kesinlikle ihmal etmemeleri gerekiyor, doğrusu pek hoş, pek etkileyici bir yer.

Bu kanyonun uzunluğu 6.5 km’dir; bilgi ne kadar sağlıklı bilmiyorum. Bizim yürüdüğümüz taraf olan İncebacaklar köyü Kent Ormanı’ndan itibaren 4 kilometreydi (İncebacaklar mahallesi). Bu yol Yenice Parkurları içinde kısa parkur olarak geçer, asfalt yoldur:

http://www.yenice.gov.tr/yenice-kitap/

Kent Ormanı tabelasından sonra kısa bir süre arabayla gidince Yeşil Vadi isimli tesise gelinir. Burası kanyonun bitiş yeridir. Rakımı sadece 150 metredir! Değişik parkurları gösteren güzel bir harita vardır burada. Sallanan bir tahta köprüden karşıya geçince Yazıköy 6 km diye bir tabela görürsünüz; çok tatlı ve dar bir patikadır bu. Sadece tek sıra yürünebilir. Kıvrılarak yukarı doğru çıkar. 571 rakımlı Yazıköy köyüne gider. Biz bu patikada kısa bir süre yürüyüp geri döndük. Sanırım Yazıköy’e gidip gelmek gayet güzel bir etkinlik olur. Hava oldukça nemlidir; sıcak değil de nem etkilidir burada, yine de serin bir rüzgar da kanyonun derinliklerinden eser, insanı ferahlatır ve hatta bazen de üşütür!

Kanyonun bu bitiş noktasından su içinden çok fazla ileri gidilmez. İleride bir şelalecik çıkar karşınıza. Bu bölümlerde İncebacaklar köyüne doğru giden sakin bir asfalt yol vardır; buradan yukarı doğru yürümek insanı müthiş dinlendirir. Özellikle hafta içi buradan çok da az araba geçiyordur. Aşağıdaki işletme 4 tekerli motorlardan kiralamaktadır ki bence aptalca bir şey. O sessizlikte o motorların gürültüsü son derece yanlış!

İncir ağaçları vardır etrafta; eğrelti otları doludur; orman çok sıktır, ormana girmek pek çok yerde palayla mümkündür ancak. Ağaçlar yosunlarla kaplıdır; harika ıhlamur kokuları duyulur. Sonbaharda bu yol muhteşem bir görüntü sergiler diye düşünmekteyim ve fotoğraf çekimleri için de ideal bir bölgedir.

Kanyonun bitiş yeri oldukça derinlikli bir görünümdedir; devasa uçurumlu yalıyarlar insanı ürpertir. Buralarda belki kasklı dolaşmak daha akılcı olur ama insan kasksız şansını dener. Tepelerden her an bir taş düşme olasılığı vardır ve değişik anlarda, belki şimdi belki 1 hafta sonra düşmektedirler. Kayalarda Likya yolundaki kırmızı beyaz yol işaretlerine rastlanır. Yaklaşık 40 dakika kadar bu harika yolda yukarı yürüdük; zaman zaman kanyon aşağılarda kayboldu, sadece uğultu halinde sesi geliyordu. Bir noktada 6-7 metre derinliğinde
kuyumsu bir yarık gördük ki buraya düşen pek sağlam çıkamaz! Kanyonun asıl yürüyüş yapılan, nispeten risksiz kısmına gitmedik; herhalde daha ilerideydi orası, bazı köy evlerinin bulunduğu yeri geçtikten sonradır orası; kanyonda rakım sürekli yükselir; Şeker pınarı denilen yerin rakımı 467’dir. Kanyonun suyu yer yer durulup sonra eğimlerde iyice coşuyordu.

Yeşil Vadi tesisinin olduğu yer de güzel bir piknik alanı; kanyon sularının durulduğu sığ yerlerde küçük çocuklar yıkanırlar; dolaşan tavuklarla dolaşan tavşanlar ve suda yüzen ördekler hayatlarından pek memnun gibidirler. Evlenmek için burayı tercih edenlere de rastlanır. Piknik alanındaki masalar ücretlidir; 10 liraya masaları kiralayanlar kültürümüzün bir parçası olmuş mangal işine dalıp mangal dumanları içinde yitip giderler! Biraz ağzı sulanmış bir şekilde tavuk şişlere bakarsanız size hemen ikramda bulunmayı teklif edebilirler! Buradan Karabük’e dönüş yolu düzgündür ve onlarca tünelden geçilir; her tünelin ismi vardır, uzunlukları da yazılır. Bu yol dar bir vadi yoludur ve tünellerle, sağda ya da solda giden demiryoluyla insanda ilginç bir nostalji yaratır!

Bu ön-keşif gezisi çok yararlı oldu; Ankara’dan sadece 3-3.5 saat ötedeki bu gizli tapınak ya da bu saklı cennet fırsat buldukça gidilebilecek enfes bir yer. Yenice ormanları zaten gerçek bir doğa başyapıtı. Akçakoca dağlarındaki bu kanyonun sesinin daha çok duyulabilmesi için bu ön-keşif yazımı yazmış bulunuyorum; ileride şimdiden meçhul bir tarihte kanyon geçişi yaptıktan sonra da ayrıca bir yazı yazacağım. Bölgede bir de Keltepe denilen ve sık ormanın içinde ağaçsız bir alan olan 2000 metrelik bir tepe vardır; bölgenin en yüksek yeridir; kanyonun doğusunda yer alır. Buraların da keşfedilip tanıtılması çok iyi olur.

Bu “ön-keşif” ya da “öncü-keşif” etkinliğinin öyküsünü bir müzikle sonlandırıyorum:

http://www.youtube.com/watch?v=pLUCoS1JiyY&feature=relmfu

Mehmet Murat ildan                               

http://mehmetmuratildan.hpage.com/

Read Full Post »

2012 yılının 133. günündeyiz. 133 benim ortaokul ve lisedeki numaramdı! Bazı numaralar insanların akıllarına kazınır ve çıkmazlar; kazınırlar çünkü geçmişte çok tekrar edilmişlerdir!

Bugün 13 Mayıs Pazar günü. Bu yılın bitmesine sadece 232 gün kaldı. Bugün Gökhan önderliğindeki “Bolu Mengen, Bürnük Şirinyazı Gölü” etkinliğine katıldım. Bir Strabon gezisiydi bu; bu gezi grubunun isim babası olan Süleyman Aşkargenç de epey bir aradan sonra bizimle yürüdü; Strabon grubu “Trekking” ve “Kültür Gezileri” olarak iki ayrı alanda etkinlik düzenlemektedir.  Ankara civarındaki en iyi 10 trekking bölgesinden biri olan bu Saklıgöl rotasındaki etkinliğin ayrıntılarını birazdan vereceğim.

Geçmişte 13 Mayıs’ta neler olmuş? Kişiler bağlamında bakınca mesela Fransız yazar Alphonse Daudet doğmuş, 13 Mayıs 1840 yılında! Naturalist yazar Daudet’nin Değirmenimden Mektuplar isimli bir eserinden alıntı yaparak yazıma resmi başlangıç yapacağım: “İşte size oradan yazıyorum. Kapım ardına kadar açık, etraf günlük güneşlik… Işık içinde, pırıl pırıl, güzel bir çam korusu karşımda… Ufukta Küçük Alplerin tepeleri beliriyor. Çıt yok. Ancak uzaktan uzağa bir kaval sesi, lavantaların arasından bir çalı kuşunun ötüşü, çıngırak sesi… Artık nasıl olur da ben sizin o gürültülü ve karanlık Paris´inizin hasretini çekerim.” Ne de güzel söylemiş üstat! Biz de onun yaptığını yapıyoruz işte! Ankara’dan, gürültülü ve kirli bu büyük şehirden doğaya, sessizliğe, sakinliğe, huzura kaçıyoruz, kötülüklerden uzağa gidiyoruz! Şehir bir tımarhanedir, orada çok durma, delirirsin! Doğaya git, Akıllıların Tapınağı’na!

Etkinliğin fotoğrafları aşağıdaki linkten görülebilir. Ayrıca Murat Süklün’ün Bürnük Şirinyazı fotoğraflarına da aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

https://picasaweb.google.com/ildanmmi

http://www.gezcek.com/

Geçen sene de bu bölgeye gitmiştik ama 1 ay sonra, Haziran’da gitmiştik, 12 Haziran 2011’de. Sabah 7.30 gibi Ankara’dan yola çıktık. Otobandan Mengen’e, ünlüAşçılık Meslek Yüksekokulunun olduğu Bolu’nun bu meşhur ilçesine gittik. Mengen’den revani tatlısı almak aklımdaydı ama Gökhan’a söylemeyi unuttum ve maalesef dönüşte Şelale Pastanesi’nde tatlı kalmamıştı, hâlbuki 1 kilo alıp bütün hafta boyunca yemeyi planlıyordum; gerçek, planlananın dışına çıkar sıklıkla! İstediğiniz kadar plan yapın, gerçeğin daha çok planı vardır! Mengen’in içinden Çırdak köyüne ulaştık. Sevimli bir köydür burası; hoş tahta evleri, sağda solda koşuşan tatlı kuzuları vardır. Çırdak’ı geçince bir yol Bürnük köyüne gider; sol tarafa sapan yol ise ormanların içinden kıvrılarak Şirinyazı göletine çıkar.

Gölete gelince Turgay Kahraman ve eşi Tuğba hanımın işlettiği dağ evine gittik. Yürüyüşümüz bu evin bahçesinden başladı. Yenice ormanlarının güney etaplarındaydık. Bitki örtüsü çok zengin bir yerdir burası. Yaşlı kayın ağaçları, çınarlar, değişik meşe ağaçları gibi onlarca türden ağaç vardır bölgede. Doğal Hayatı Koruma Vakfı WWFbu bölgeyi acil koruma alanı ilan etmiştir çünkü harika bir biyolojik çeşitliliğe sahiptir. 40’tan fazla ağaç ve ağacık çeşidi vardır ki böyle çeşitlilikler – tropik ormanları saymazsak – pek fazla ormanda bulunmaz. Sanki bir ağaç galerisine gelmiş gibisinizdir; yan yana pek çok çeşit ağaç görmek mümkündür. Ağaçlar bizim yakın dostlarımızdır; dostlarımızı severiz!

Yenice Kaymakamlığı’nın bir kitabı vardır: Yenice Ormanları Doğa Yürüyüş Parkurları. Yaklaşık 396 km’lik yol kırmızı-beyaz işaretlerle belirlenmiştir, 21 tane rotadır bunlar ve zaman içinde bu rotaları yürümek harika olur. Buraların turizme kazandırılması güzel bir şey, ama aynı zamanda da bir risk taşımaktadır böyle bir girişim. Bir yer keşfedilince kalabalık artar ve bozulma süreci yaşanır; elbette her şey insanlara bağlıdır. Bilinçli insanlara en değerli ormanları bile açsanız önemli bir bozulma yaşanmaz, ama bilinçsiz insanın keçiden ya da yangından hiç farkı yoktur, gelir, yer bitirir ve tahrip eder!

Daha bugün biz göletin oradaki piknik alanında söndürülmeden bırakılıp gidilmiş bir ateş gördük, yer yer alevleniyordu. Büyük ihtimalle “ıslak orman yanmaz” mantığıyla ateşi öylece bırakıp gitmişler. Bir keresinde bir minibüse binmiştim; minibüsü bildiğimiz tüple ısıtıyordu kaptan ve şöyle demişti: “Yanan tüp patlamaz!”  İnsan “geri zekâlı” olunca her türlü aptallığı yapacak deliliğe de erişmiş olur! Ateşe 20 metre uzakta “Mutlu Bekir” isimli akan bir çeşme de vardı üstelik! Tanrı ormanları böyle zır cahillerden korusun, ki memleketimiz bu bakımdan zengin bir ülkedir! Orman İşletme Müdürlüğü’nden yetkililerle konuştuk; özveriyle çalışıyorlar, ama maaşları da az! Bu insanların maaşlarını artırın, çünkü çok önemli bir iş yapıyorlar; onlara saygı duyun ve onları önemseyin, çünkü çok önemli bir iş yapıyorlar! Bu masalsı ormanları koruyan 1 orman işçisi ya da görevlisi, bin tane başbakandan, bin tane bakandan ya da 1 milyon tane futbolcudan çok daha değerlidir!

Yürüyüşümüzün başında güzel orkidelere rastladık. Bunların yumruları sanırım toplanarak salep yapılmaktadır; o yüzden de nesilleri yok olabilir ve yok olmaktadır. Orkidelerin yumruları alınıp kurutulup öğütülüyor ve salep oluyor. Peki, çözüm nedir? Çözüm hemen her zaman bizde yatar, çözüm bizim bilincimiz ve bizim irademizdir! Salep içme! Salep içimini reddet! Orkidenin varlığını sürdürmesi, senin salepten aldığın keyiften daha önemlidir! Ailenden biri salep almak isterse ona engel ol, çünkü ormanlarda orkideler görmek istiyorum de! Açgözlü olma, keyfini frenle; salep içmezsen ölmezsin merak etme, bırak orkideler yaşasın, biraz gelişmiş bir insan ol, biraz bilinçli ol! Yanlışı reddet! Hayvanat bahçelerine gitme, bırak hayvanlar özgür kalsınlar! Çiçek alma; bırak çiçekler de yaşasınlar!

Uzaklarda pek çok yerde şimşekler çakıyordu; sanki Gökhan okuyup üflemişti, yağmur bizi yakalamadı, etrafımızda dönüp durdu, etrafımızdaki yeşil tepeleri sağanağa boğdu, tombul yağmur damlalarıyla yaprakları dövdü durdu, bizse kuru bir ortamda keyif alarak yürüdük. Adım başı farklı bir bitkiye rastlıyorduk; kayaların arasından, her yerden fışkırıyorlardı. Buralara bahar yeni yeni geliyordu; bu kış 3 metreye yakın kar yağmıştı bölgeye. Küçük konuğumuz Bejan (Acısız, Ağrısız anlamında bir sözcükmüş bu) aniden bir çığlık atıyor ve salyangoz diye bağırıyordu annesine. Küçük çocukların bu “hayret etme” özelliklerini yetişkinlerin de yitirmemesi ve bir oduna veyahut “hissiz bir kayaya” dönüşmemeleri gerekiyor! Hayret et, dostum; şaşır! Kaplumbağa görünce şaşır ve sevin! Salyangoz görünce şaşır ve sevin! Bir orman gülü görünce şaşır ve sevin!

Daha ilk kilometrelerde acıkma başlamıştı. Yürüyüş sonrası köftelerin, tavuk ızgaraların hayali kuruluyordu. Taze yapraklı bitkiler öylesine caziptiler ki insan onların tadına bakmak istiyordu. Kanatları turuncu kelebekler yalpalayarak uçuyorlardı, ama fotoğraf makinelerinden uzaklara kaçıyorlardı. Orman yolunun bazen iyice daralması bizi daraltmıyor tam tersine bize huzur veriyordu. Sanki orman bazı yelerde bize yeşil eliyle dokunmak, bizi kutsamak istiyordu. Değişik örümcekler görüyorduk. Kış boyunca kopup yerleri kaplamış yapraklar ormanın kendi elleriyle dokunmuş halıların ta kendisiydiler! Çürüyüp yok olup yeniden muhteşem bir şekilde dönüyorlardı! Doğa bir ölür bin gelir eğer biz çomak sokup kırmazsak onun tekerini!

Bazen ormanın kuytuluklarında sisleri görüyor ve küçük Bejan gibi heyecanlanarak “Ooo sisler!” diye bağırıyorduk. Doğada attığımız her adımla birlikte ciğerlerimize oksijen yağıyordu; sanki bir güç yorgun zihnimize masaj yapıyordu, dinleniyorduk. Orman, aklı parlatır, onu cilalar, yeniler! Ormana giren insan daha akıllı çıkar, daha bilge çıkar! Fosilleşmiş mantarları seyrederek ilerlerken yolda küçücük gölcüklere rastlıyorduk; buralardaki yansımaların hiç şüphesiz sanatsal bir çekiciliği vardı! Yere bakıp göğü görüyorduk; yere bassak sanki göğe basıyorduk! İçimizde bir ses bize “ormana dal!” diyordu ama mangal işi olduğundan bu sese kulak veremiyorduk. 300 milyon yıl önce bile var olan eğrelti otları ormana güzel bir hava vermişlerdi. O kadar zaman önce karada bir hayvan yoktu; ama eğreltiotları vardı; bunlar pek yaman bitkilerdi! Bu hoş bitkiler gölgelikleri ve nemi severler.

Orman güllerinin yanlarından geçip gidiyor, su birikintilerinde timsah gibi soteye yatmış kurbağaları görüyorduk. Pırıl pırıl suların içinde zıplamaya hazır bir şekilde bize bakıyorlardı. Bazı su birikintilerinde güneşin pırıltıları gerçekten göz kamaştırıyordu; burası ormandı, gerçek bir ormandı, kadim bir ormandı! Burada şehrin ve insanoğlunun ahmaklıkları yoktu!

Kesilmiş ağaçların halkalarına bakıp bu ağaçların tarihin hangi sayfasında yaşadıklarını düşündük. Nereye baktıysak bir şey düşündük! Solumuzda hoş bir şırıltıyla akan derenin şelalecikleri bizi aşağıya davet ediyorlardı. Az sayıda devrilmiş ağaç görüyorduk. 2-3 saat kadar süren çerezlik yürüyüşümüzden sonra dağ evine geri döndük ve yemeğimizi yedik. Köfteler güzeldi, biftekler sertti; sanırım herkes köftenin güzelliği konusunda hemfikirdi. İçerdeki şöminenin yanmasına 3-4 saat kadar kalmıştı; biz gittikten sonra bu güzel şömine yanacak ve etrafa ısıyla birlikte romantizm de yayacaktı. Çaylarımız geldi; tahta işlemeli tavanların altında çaylarımızı içtik ve tepeden göleti izledik. Göl kenarındaki turla birlikte etkinlik sona erdi.

Bugün “Sıcak Nokta” denilen korunması gereken bölgelerden birinde yürüdük. 100 sıcak noktadan 9 tanesi Türkiye’dedir ve Yenice ormanları bunlardan biridir. Ciddi olalım! Bu ülke laubalilikten ve ciddiyetsizlikten çok çekti; bazı toplumları örnek almalıyız. Bugün “Kaya Greenpark”otelde gördüğümüz Japon toplumu bunlardan biridir. Japonlar dendiğinde aklımıza ne gelir? Ahlak, bilinçli toplum ve iyi organizasyon gelir! Türk toplumu bu üç unsuru kendi bünyesinde toplamayı başaramazsa kötü kaderinden kurtulamayacaktır ve şimdiki gibi bilinçsizce, bir alt-kültür düzeyinde yaşamaya devam edecektir!

Bir “yüksek-bilim,” bir “yüksek-sanat” ve bir “yüksek-bilinç” ülkesi olmak için A’dan Z’ye her şeyin değişmesi gerekir. Ya değişeceksiniz ya da  şimdiki gibi alt kültür sıradanlığı içinde öylece kalacaksınız!

Bu güzel etkinlikte emeği geçenlere teşekkür ederek yazımı bir müzikle sonlandırıyorum:

http://www.youtube.com/watch?v=LMpHOHdHj6Y&feature=related

Mehmet Murat ildan                               

http://mehmetmuratildan.hpage.com/

Read Full Post »

Bugün 2011 yılının
11 Haziran Cumartesi günü. Doğa Araştırmaları Derneği DASK’ın Gökhan önderliğindeki Saklıgöl Yürüyüşü’ne katıldım. Yürüyüşün
ayrıntılarına geçmeden önce kendi klasiğimi yapmak üzere uzak geçmişte bugün ne
olmuşa bir göz atacağım.

Tam 32 yıl önce bugün
John
Wayne
hayatını kaybetmişti; küçüklüğümüzde onun kovboy filmlerini
zevkle seyrederdik (seyrederdim). John
Wayne
için gelmiş geçmiş en iyi kovboy derler, çünkü rol yapmaktan ziyade o
gerçek bir kovboydur; babası da kovboydu. Cumhuriyetçi Parti 1968 yılında Wayne’e Başkan adayı olmasını teklif etmiş
ama o kabul etmemiş; akıllı bir adammış John;
Amerikan Başkanı olmak tam bir saçmalık; insanın huzuru kalmaz ve huzur her
şeyden önemlidir. İnsan mevkide değil bilgelikte, sakinlikte yükselmelidir.

Bu ünlü kovboydan
bahsettikten sonra bugünün bir hikâyesini aklımda kaldığı kadarıyla anlatmak
arzusundayım. Etkinliğin fotoğrafları aşağıdaki linkten görülebilir:

https://picasaweb.google.com/ildanmmi

Yarın Türkiye’de seçimler olduğundan yürüyüş Cumartesine alınmıştı.
Seçim sonuçları ne olacak hiçbir fikrim yok, çünkü Türk toplumu dünyadaki öteki pek çok toplum gibi rasyonel bir
toplum değildir. Yarın için irrasyonel yapının rasyonel bir karar almak
gibi bir imkânsızı gerçekleştireceğini umut edelim. Umarım yeni iktidar
devrimci, ilerici, ahlaklı, bilimci, ciddi, disiplinli ve modern bir iktidar olur ve toplumu ileri götürür. Altyapıyı ileri götürebilirsiniz; gericiler de altyapıyı ileri götürebilirler, dünyada bunun örnekleri var; ama önemli olan toplumu ileri götürmektir, insanları modernleştirmektir, çağdaşlaştırmaktır; dini değil bilimi, aklı yükseltmektir.

Sabah 7.20 gibi,
her zamankinden yarım saat önce Ankara’dan yola çıktık. İlk
durağımız Cankurtaran ormanlarındaki 2 yıldızlı Dorukkaya Green
Park
oteliydi; tatlı bir serinlik vardı. Aykut hocanın (Profesör Aykut Mısırlıgil’in) 160 kişilik devasa kadrolu kültür gezginleri
gelirken biz gitmeye başladık. Otobandan Zonguldak
Bartın istikametine yani sağa döndük.
Yeniçağa
üzerinden yine Zonguldak
istikametinde Mengen’e, ünlü aşçılar diyarına gittik. Burada Dilber’le Pınar’ın mantar alışverişinden sonra Bürnük köyü taraflarına
hareket ettik. 2.7 km ileride, Orman İşletmesi bu bölgede yangınlar için yapay
bir gölet inşa etmiş; ormanlarımızda böyle yapay göletler görürsek bunların
temelde yangınlar için yapıldıklarını bilmeliyiz. Göletin ismi Şirinyazı
Saklıgöl
! Burası bir mesire
alanı; Cumartesi olmasına rağmen çok az sayıda kişi vardı ve bu sevindiriciydi.
İnsan azlığı çoğu kez olumlu bir şeydir.

Yürüyüşe
başlamadan önce işletme sahipleri Turgay
Kahraman
ve eşi Tuğba hanımla
tanıştık; gecelik tam pansiyonu 100 olan yerin odalarını gördük. Dışarıda
ayrıca çadır kurmak için bir kamp alanı da mevcut. Tesisin
telefonunu da vereyim: 0374 367 83 14. Kafa dinlemek için ideal bir yer; bazen
iş adamları gelip tesisi kapatıyorlarmış; zaten 12 yataklı küçük bir tesis. Bahçede
alaş isimli güzel de bir köpek var. Uzaklarda,
sazan ve gökkuşağı alabalıklarının olduğu göleti görebiliyorduk. En derin yeri
5 metre olan bu küçük gölün muhteşem bir manzarası vardı. Yeniçağa’ya kadar yol
güzeldi; sonrasında yer yer toprak yolda ilerlemiştik. Bugünkü yürüyüş 10 km
kadardı, “light” bir yürüyüştü ve
meşhur Yenice ormanlarının güney etaplarındaydı. Yürüyüşe başlar başlamaz her
yerde eğrelti otları gördük. Bu harika bitkiler, 300 milyon yıl önce de
vardılar, yani karada hiçbir hayvan yokken ve de bizler yokken! O zaman dünyayı
ziyaret edebilseydik bütün dünyanın eğrelti otlarıyla kaplı olduğunu görebilirdik.

İçinde
bulunduğumuz orman biyolojik çeşitlilik açısından çok zengin bir ormandı; kadim
bir görüntüsü vardı; ormanın derinlerine baktığımızda zamanın içinde yolculuk
yapıyormuş hissi uyanıyordu. Bu tür çeşitlilikler genellikle tropik bölgelerde
görülürler. 40’a yakın ağaç türü vardır; Gökhan
bazılarını bize gösterdi: Kayın ağaçları, Meşeler, Kara ve Sarı Çamlar, Porsuklar,
Ihlamurlar tıpkı bir müzede olduğu gibi ardı ardına karşımıza çıkıyorlardı. Sağanak
yağış başlamıştı; ormanın enfes kokusu ve orman gülleri arasında ilerledik. Pek
çok anıt ağaç gördük; yaşlıydılar, dünyadaki bütün insanlardan daha yaşlıydılar!
Avrupa’nın bu en çok çeşitlilik barındıran ormanında çokça zaman harcamak
gerek. Buralara Latincede “Arboretum” deniyor ya da Ağaç Parkı.
Zaman zaman yol
daralıyor, ağaçlar gökyüzünü de kaplıyorlar ve hoş bir loşluk ve bazen de
esrarlı bir karanlık oluşuyordu; yerdeki sararmış ıslak yapraklar ve
sağda solda uçuşan sessiz kelebekler hafifçe
parıldıyorlardı. Turhan’ın oğlu Burak yeni kuşağın temsilcisi olarak devamlı İPhone ile meşguldü! Ona kulaklıkla fazla dinlememesini, işitme
kaybı olacağını söyledim; insan kelebeklerin kanatlarından çıkan sesi de
duyacak şekilde kulaklarını korumalıdır! Orman yolundan orman içine dalmak çok zordu; orman çok sıktı;
sanki içine girmemizi istemiyordu: “Orada,
olduğun yerde dur, ey İnsanoğlu, sınırları geçme!”
Yaprakların üzerlerindeki su damlaları
hafif rüzgârda birleşiyorlar ve tombul bir damlaya dönüşerek toprağa kayıp
gidiyorlardı. Yağmur kesildi; ben her zaman olduğu gibi katılımcıların
anlattıkları değişik şeyleri dinliyordum. Aysun’dan
Ağrı Dağı çıkışını dinledim. Haydar’ın
anlattığı komik bir şey vardı: Sivas’ta kendi köylerinde cep
telefonları sadece mezarlıkta çekiyormuş ve insanlar ölülerle değil ama
canlılarla konuşmak için mezarlığa gidiyorlarmış; ondan
iş makineleriyle ilgili teknik bilgi de alıyordum.  Jale Demirci’nin Ernesto Che Guevera
tişörtünden yola çıkarak geçmişte Küba’ya
yaptığı seyahate dair de birkaç bilgi alımı… Böyle küçük küçük öyküler ve bilgiler
eşliğinde kabalakların yanlarından geçip gidiyorduk. Kabalak yaprakları çok
büyüktü; normal bir yaprağın 10-15 katı büyüktüler. Turhan, Gökhan ve Gülşen bu
yaprağı bir süre şapka olarak kullandılar ki Osmanlı ordusunda 1. Dünya Savaşı
zamanında Kabalak isimli bir başlık da kullanılmış! Bu arada Che’den bahsetmişken ondan bir de söz
ekleyeyim: “Bir çiçeği katledebilirsiniz
ama baharı asla!”

Sol tarafımızda
yer yer 80 derecelik diklikler oluyordu; uzaklardaki ormanların üzerinde sisler
dolaşıyor, bu göksel müfettişler ormanı kontrol ediyorlardı; adlarını
bilmediğimiz kuşlar ormanın derinliklerinde ötüşüyorlardı. Nadiren güneş
açıyor, sıcak elleriyle bizi kutsuyordu. Kurbağa larvalarıyla dolu su
birikintilerinin yanlarından sıkça geçiyorduk.

Yavaş yavaş
acıkmalar başlamıştı; sigara krizindeki Gülşen de yanına yiyecek almadığından dağ evi için iyice
sabırsızlanıyordu.. Saat 14’den önce gölet dağ evine varıp mangalda tavuk,
köfte ve kırmızı et yapılacaktı ve bunun hayali belli belirsiz ortaya çıkmıştı.
Ben yolda bir ara güneş gözlüğümü düşürmüşüm; Füsun buldu ve bana verdi;
buradan teşekkürümü yine iletmiş olayım. Artık solumuzda bir dere akıyordu. Güneye
dönmüştük; vadi tabanına yakındık. Dilber,
yürüdüğümüz en iyi parkurun burası olduğunu söyledi ki ben de bu görüşe
katıldım. Gökhan iyi bir seçim yapmıştı.

Uzaklarda dağ evi göründü; etler pişti, biralar içildi; Füsun’un getirdiği Central Creek Avustralya şarabından içildi; Şiraz üzümünün tadı
güzeldi. Doruk, bolca bulgur pilavı
yedi ki pilav çok başarılıydı ve salata da öyle. Şömine yandı; burada ıslanan
çoraplar İlhan hoca tarafından ızgara
kebap usulü kurutuldu. İşletmeciler sevimliydiler ve samimiydiler. Turgay bey Bürnük köyündendi; ihale yapılmış ve
tesisi işletme hakkını kazanmıştı. Sanırım küçük bir bebeklerini kaybetmişler;
üzücü bir durum, ama bu kaotik evrene pek de uyan bir durum. Bir felaket olursa
buna hiç şaşırmayın; felaket olmazsa, her şey yolunda giderse şaşırın; kaos
evreni böyledir! Bu yasayı bilen bilgedir, ama bu yasaya karşı panzehir
geliştirmiş olan varsa en büyük bilge odur!..

Turhan bize kırkıcıların
koyun kırpma aletini anlattı. İnsanlar ateşe ya da alevlere dalıp gittiler;
herkes alevlerde başka bir şeyi düşündü, başka dünyalara daldı. Şirinyazı
göletini gezdikten sonra 17’de yola çıkıp Mengen’e
geri döndük; köy yumurtasından yapılmış revani yedik. Güzel bir etkinlik oldu. Şirinyazı’yı
“Gidip dinlenilecek yerler” listeme aldım. Emeği
geçen arkadaşlara teşekkür ederek, yazımı, alışkanlığım üzere bir müzikle
sonlandırıyorum, yine bir Hint müziği. Bu müzikler bana İngiltere’deki günlerimden kaldılar. O zamanlar İngiliz kanalları çokça Hint filmleri verirdi ve bunların bazıları komik olmakla beraber benim hoşuma giderdi. İşte Kajra Re, güzel bir parça.

http://www.youtube.com/watch?v=plUxChXs3w8&feature=relmfu

 Mehmet Murat  ildan

http://mehmetmuratildan.hpage.com/

Read Full Post »